Perşembe, Eylül 30, 2010

özleriz

evet biz nihayet taşındık. zorlu, uzun, yorucu bir maratondu. altın madalyayı almaya çok yaklaştım. hala kemiklerim ağrıyor desem. allah taşınana yardım etsin ve mümkünse ben uzuuun yıllar taşınmayayım. toplaması bir türlü, taşınma günü başka türlü, evdekileri yerleştirmeyi anlatabileceğimi sanmıyorum, ki hala tam olarak bitmiş değil. neyse buna da şükür. bu hengamede bir sürü şeyi atladım, farkındayım. ama kuzum ileride bu sayfalara bakarken "anne sen beni bir ara unutmuşsun" demesiiin.
aşağıdaki diş fırçalama tablosunu "eski" :(( evimizde doldurduk. akşamları asla ve asla dişlerini fırçalamadan yatmayan bir kuzu. hatta evde olmadığım bir akşam (hayret nasıl olduysa) ananesi dişlerini sonra fırçalarsın, hadi şimdi yatalım dedi diye kıyametler kopararak
-sen benim dişlerimin çürümesini istiyorsun, fırçalamazsam mikroplar dişlerimi yer, olmaaaz diye avazı çıktığı kadar bağırarak dişlerini fırçalar. aferin!
gece böyleyken gündüz kontrolü ele alamadığımı farkedince bu tabloyu hazırladım. sevdiği karakterlerle tabloyu doldurmak zevke dönüştü. tablonun sonunda tabi ki kuzuyu bir sürpriz bekliyordu.
bayramda sinemaya gidecektik. ama hain ve de gaddar sinemacılar bize bir çizgi filmi çok görerek oyuncak hikayesinin tekrarını uygun görmüşler. biz de ne yapsak ne yapsak derken...


sinemayı evimize getirmeye karar verdik. gidip hemen bir nemo cd'si aldık, mısırlarımızı patlattık, muzlu sütümüzü hazırladık. değmeyin keyfimize

öyle zevk aldık birlikte, öyle mutlu olduk ki!
*****
unutmadan aklımdakileri de yazmalıyım;
-anne, siz ne zaman evlendiniz?
-anne, siz nasıl evlendiniz?
-anne, siz çocuğunuz olsun diye mi evlendiniz???
-hönk!!!
-annecik, benim de büyüyünce babam gibi çok yakışıklı bi aşkım olsuuun :))
-inşallah!
***
gece her zamanki gibi beni çağırır, korkmuş!
-ne oldu annecik?
halıya doğru kafasını uzatarak,
-tosbik geldi
-yok annecik tosbik falan
-anne tosbik geldi, benim kadardı
sabah uyandığında ilk iş tosbiği kontrol etti, büyümüş mü, yuvasında mı?




bunlar da tatlı evimizde çekilen son kareler. yakışıklı da eren. apartmandaki kızları, kuzu da dahil, kollarına alıp kendi odasında yatmak gibi deli bir hayali var! birlikte öyle eğleniyorlar ki, arkadaş gibisi yok. tam kaynaştık, taşındık! olacak iş mi

büppünün madara olduğu an, hahhahhah


şimdi buradayız! merak edenler, bekleriz :)

Pazartesi, Eylül 20, 2010

ejderha dövmeli kız

ah çok heyecanlandım. iki gündür ev temizleyen yorgun beni benden aldı bu haber. okumayı bırakamayıp gece 2:30'lara kadar rekor kırmama sebep kitabın filmi gelmiiiiş. öyle sürükleyici, öyle heyecanlı, öyle elden bırakılmazdı ki! tuvalete bile beraber gittik kendisiyle. bittiği gün atladım serinin diğer kitabı olan ateşle oynayan kızı almaya. şimdi elimde ama taşınma dertlerimizden fazla zaman ayıramadım. aklım kalmıyor da değil. diğer kitabı almaya giderken bizim maymuna;
-annecik şimdi kitabevine gidicez, ben kendime bir kitap alıcam.
-ne kitabı?
- dövmeli kız (ismi aklıma gelmediğinden salladım)
-ama senin zaten ejderha dövmeli kız kitabın var yaaa
yani bu çocuk milleti bu kadar mı duyar etrafındakileri!!! dikkatli olmak lazım, çocuğun kulağı var!
fragman için tık!
not: ş. ilgilisine selam olsun, iyi ki tavsiye etmiş :)

bu arada şuna yürekten inanıyorum;
kadınlar bu dünyaya zulüm çekmeye gelmiş!
ileride okuduğumda bu hafta temizlikte neler çektiğimi hatırlatması açısından...

Salı, Eylül 14, 2010

tık tık...

"Bilirsin sirtin kasindiginda kasittiracak birini bulana kadar ne yapsan nafiledir. Yani sirtini kasittiracak kadar samimi oldugu birilerine her zaman muhtaçtir, insanoglu. Günümüz insani bencillesti sanki. Birilerine muhtaç olmaktansa sirt kasintisina katlanmayi, unutmayi tercih ediyorlar" not defterinden alıntı yaptığım melek, teşekkür. sabah sabah efkarlandırdın beni!!!
 
teklifsiz, haber vermeden kapısını çalabildiğimiz kim var etrafımızda? herşey mi eskide kaldı? kendiliğinden mi oldu, biz mi yaptık tüm bunları. bravo bize! öyle hissediyorum ki eksikliğini. pat diye kahvaltıya gelen bir dostu. canımın sıkılmasına fırsat kalmadan kapıyı çalıp gireceğim muhabbetleri. ondan bundan konuşulan, çayla onurlanan sohbetleri. fazla fazla bir tabak daha koyacağın samimi masaları. evinin dağınıklığı, kekinin alçaklığı, tişörtündeki leke. bunlarla karşılayabiliyorsan geleni, o samimiyet varsa..olsa...
işte bazen canıma öyle tak ediyor ki; tası tarağı toplayıp gelesim geliyor sana ünye!

Pazartesi, Eylül 13, 2010

eylül

akşama doğru azalınca yağmur
kız kulesi ve adalar
ah burda olsan
çok güzel hala
istanbul'da sonbahar

ne de olsa EYLÜL ayı!!!
fotoğraf zeynep'ten. ellerine sağlık...


Çarşamba, Eylül 08, 2010

bayram hediyem :)

bir çocuk; kocaman bir kafa, altına uzun bacaklar, bacakların ucunda yuvarlak ayakkabılar. kafadan çıkan iki kol. iki nokta halinde gözler, çizik çizik saçlar ve mutlaka mutlu bir ağız. öyle içerlerden gelen bir sevinç ki yaşadığım! her seferinde, her yeni olayda. küçükken çok istediğimiz birşeye kavuşunca sığmazdı ya yüreğimiz göğsümüze, nefes alamazdık, işte tam ondan. dün akşam ilk anlaşılır resmini çizdi benim kuzum. ve ben her parçasını çizdiğinde öptüm, sarıldım, mıncıkladım, ciyakladım. çok mu abarttım! hayır hiç de değil. o benim mucizem...

bayram hediyemi aldım!
herkese çoook mutlu, çoook  huzurlu bir bayram dilerim :)))

Salı, Eylül 07, 2010

o biir meraklı minik!

dergi yine çok ama çok güzel. renkler, resimler, oyunlar, etiketler.ben her ay heyecanla bekliyorum. poşetten çıkarırkenki hale bakılınca kuzunun da nasıl beklediği anlaşılır. en fena kısmı aynı oyunu peşpeşe oynamak istemesi. bir yerden sonra insana fenalık geliyor tabi. hey meraklı minik ekibi, buna da bir çare bulunabilirse seviniriz, en azından emre ve ben :)

Cuma, Eylül 03, 2010

benekli faremi gördünüz mü?

o kadar gezintiden eli boş dönülmezdi elbette. yapı kredi yayınlarının taksim mağazasına bir uğrayalım dedik. ve bu güzel mi güzel kitabı seçtik. gerçi hepsi güzeldi ama...
 kuzuma alacağım kitabı mutlaka okurum. hikaye iyi mi, anlaşılır mı, saçma sapan cümleler var mı. öyle şeylerle karşılaşıyorum ki, kitabı yazanı bırak basana şaşırıyorum. neyse kitabımıza dönelim. orada okurken öyle hoşlandım ki, hikaye çok güzel. hele resimler! yazar aynı zamanda kitabın çizeri. renklere, karakterlere bayıldım. bir tane de yedek almalı aslında saklamak için, ne de olsa akıbetini az çok tahmin edebiliyorum :)
bizimki kitaba bayıldı, gülücüklerle dinledi, inceledi. ve bir süre sonraaa ilk yaramıza merhaba dedik! salıncaktan düştü. aman ne ağlama, ne sızlanma. biraz sürtünme ve biraz da kanama var. sanırsın oluk oluk kan akıyor. kanı gördükçe kendinden geçiyor. çok ama çook uzun bir süre susturamadık biz bu kızı ( ızdırap dolu zamanlar insana daha da uzun gelir ya). üç kişi ne yaptıysak olmadı. terden, ağlamaktan bitap düştü, susmaz.  figen'in beyninde yanan ampul hayatımızı kurtardı.
-şu masayı boyasak ya!
öylesine ortaya atılmış bir fikir gibi görünse de;
-aaa bende ahşap boyaları vardı,
diyen ben hemen kilere koşup -sanırım 5 yıl önce almıştım, hiçbirşeyi atmamak lazım- boyaları kaptım. bir de bakarım ki hepsi sapasağlam veee  renkleri  kuzumun yeni odası için seçtiğim tüllerle aynı. nasıl sevindirik oldum :) kaptık fırçayı, kuzu da geçti başına masanın. boyarken acısını  unuttu, ortaya da harika bir eser çıktı.
 bitmiş halinin fotoğraflarına şu an ulaşılamıyor, daha sonra tekrar deneyiniz :)

Perşembe, Eylül 02, 2010

kaçamak son!


yukarıdaki araç aynı zamanda denizde de gidebiliyormuş. arkasında altta bir pervane var. hepsi iyi hoş da, içeri giren sular ne oluyor acep :)

ve gelelim denizaltıyaaa. kocaman görünüyor ama içi öyle sıkıcı, öyle bunaltıcı ki ruhum daraldı. bir ara çıkmak istedim, ter döktüm. sonra "kendine gel fatoş" dedim, şimdi çıkarsan bir daha giremezsin. sakinleştim tabi. küçük küçük kapılardan koridorlar geçiyorsun. herşey minnacık. yataklar raf gibi. gözün gördüğü her yerde düğmelr, aletler var. ondan da daralıyor insan. 200m dalabiliyormuş emekliye ayrılmadan önce bu 100m'lik koca şey. bir gitti mi en az 20-25 gün denizde olurmuş, dünya yüzü görmeden. periskop tepede bir yerde. zaten ona sürekli bakıldığı falan da yok. sonar cihazıyla gidiliyor tüm yol. okyanusta deli gibi dalgalar da olsa,  dipteyken hiçbirşey hissedilmeden yolculuğa devam. aralıklarla yüzeye çıkılıp oksijen depolanıyor. çok acayipti, çok...

günün anısına biz de birşeyler karaladık herhalde

sonrası malum :)

maksat arayı açmamak,  mekanlara kendini unutturmamak :))
kuzumun dediği gibi;
-teyzem gitmese, hep bizimle yaşasa!
keşkeee.......... 

kaçamak devam...




ve migros'un ilk halleri. değişmiş mi???
zeytinyağı fabrikası! yukarıda fabrikaya giriş çıkış kartları var.


küçük küçük dükkanlar var dışarıda. eczane, lostra, optik, saatçi. ne çok isterdim eskiden bir guguklu saatim olmasını :)  ve bu tablo. adını figen söyledi ama ben hatırlayamıyorum doğrusu. ben ilkokuldan hatırladım. o da biz göz taraması için bunu hala yapıyoruz öğrencilerimize dedi, gülüştük...

Çarşamba, Eylül 01, 2010

kaçamak!!!

perşembe günü tadeşim'le geleneksel başbaşa  gezimizi yapmak üzere düştük yollara. bu sefer haliç kıyılarına...
muhteşem bir seçim!
rahmi koç müzesi...

gerçekten de öylesine yapılmamış. belli ki titizlikle her ayrıntı düşünülmüş, ince elenip sık dokunmuş. bir kere müzenin konumu olağanüstü. denize sıfır, kocaman manzaraya karşı, inanılmaz. pırıl pırıl bir günde de gidilmişse eğer, şöyle bir çay içmek lazım...





bu kadar antika nasıl toplanır! sadece parayla olacak iş değil. adamlar uğraşmış, araştırmış, bunu iş edinmiş kendine. dekorasyon, yerleşim, ilgi herşey çok iyi. üstelik para da düşünülmemiş; giriş 10 lira, öğretmen ve öğrenciye ücretsiz.
özellikle araba koleksiyonu müthiş diyebilirim. herşey zaman sıralamasına göre yerleştirilmiş, en eskisinden en  gelişmişine..
tıpkı bu nuh'tan kalma bilgisayar gibi. gözlerimize inanamadık, biz de buna benzeyen şeyleri kullandık! müzelik mi olduuuk
nasıl bir ilerlemedir, bir zamanlar insanların rüyalarında göremediklerini biz hayatımızın parçaları yapmışken, kimbilir bizi neler bekliyor, tasavvur edemiyorum!





işte enn bayıldığım kısım. küçücük çocuk bisikletleri, bebek arabaları. aman tanrım, biz şimdi tek elle kapanabilir, tek hareketle açılabilir, hafif, yer kaplamayan, tam yatabilen, bla bla bla.. olsun derken. komik!!!

hele şu atlı olana bittim. bulsam da kuzuma alsam ya...

velesiped (yanlış hatırlamıyorsam)!
 pedal sadece ön tekerleğe bağlı olduğundan daha hızlı gidebilmek için  tekerleği büyütmüşler de büyütmüşler. bol bol kazanın olduğu bir araç halini alınca vazgeçmişler tabi.
bu arada sercan'ın dedesinin bisiklete velespit dediğini bilen (ve bu yüzden bol bol gülen) tadeşimde  velesiped yazısını görünce ampul yanıverdi.

devamı gelecek...