Salı, Mayıs 31, 2011

**aşçıbaşı**






ahh çok becerikli, hem de çok dilli. kıymaya karabiber koydun mu anne, bunun yoğurt çorbası olduğuna emin misin nanesi nerde? deli mi ne...
ben yıkarım, ben yoğururum, ben doldururum, ben karıştırırım. bir kocaman eşşek!
bunlar yapılmadan önce de illa önlükler ve şapkalar takım olarak giyilecek!

biberi yemek istemeyen kuzu  kendi doldurduğu biberleri afiyetle indirdi mideye. hatta ertesi gün yaptığı türlüyü bile yedi ki kendisi patlıcanı, kabağı falan sevmiyorum diye iten bir kişiliktir.
yaniii yemek yapma etkinliğiiii hem birlikte zaman geçirme açısından mükemmel, hem yemek yapmak zorunda olduğundan onu yanlız bırakmanın verdiği dayanılmaz vicdan azabını engelliyor, hem dee sebze yediriyor, daha ne olsun :)) 

Cuma, Mayıs 27, 2011

top secret!!!

şşşşt! gizli görüntüler. istanbul akvaryumdan. yakında açılacak.
çok güzel oldu çok!





birileri bir yerlerde harika işler yapıyor :)

Perşembe, Mayıs 26, 2011

serenade nadia...

Kitap Hakkında:
 Roman okumak istiyorsanız…
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar.
1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli’nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.


kitabın güzel olması yetmez bazen onu zevkle okumak için.  ruhun en elverişli zamanı gerekir. serenad çok mu iyiydi yoksa okumam için mükemmel zamanda mı gelmişti  diye düşünüyorum. galiba ikisi de, yani mükemmel birliktelik.
 internetten kuzuya kitap sipariş ederken hiç aklımda yokken verdim siparişini. beni al dedi sanki! demek ki zamanını bekliyormuş diyorum şimdi. günümüzün koşturmalı, yaşamayı unuttuğumuz hayatından eskilere götürüyor livaneli. yaşanılan zulmün, eziyetin yanında  max'in aşkı. buruk buruk oldu yüreğim. öyle sürükleyici, öyle elinden düşmeyen bir kitap ki. hani her "an"ı ona ayırmaya çalıştığın cinsten. zülfü livaneli'nin pek çok kitabını okudum. mutluluk ve leyla'nın evi unutulmazlardandı. yanlarına bir dost daha geldi diyelim.
serenad...
hikayeden ayrılmak öyle zor geliyor ki şimdi, hele de bunun üzerine yeniden tutulacağım bir kitap bulmak...


Çarşamba, Mayıs 25, 2011

ayhh, çocuk büyütmek çok zor!!!

-anne, ben bir an önce büyümek istiyorum
- o niye?
-çıkmayan dövme yaptırmak için!
-ne diyorsun, dövme ne demek sen biliyor musun? nereden çıktı bu?
-anne, teyzem söylemişti hatırlamadın mı,  çıkmayan dövmeyi iğneyle büyükler yaptırabilir

dile piercing istemesin de dövmeye razıyım...

Salı, Mayıs 24, 2011

:) güneşli bir pazar sabahı :)

piknik mi? bir daha mı? aman aman
desem deee yine giderim bu gülüşleri görmek için. çok yorulduk, peşlerinde canımız çıktı. ama değdi.
zannettim ki kocaman kızlar kendi kendilerine oynarlar, biz de şööyle bir güneşin altında boyluboyunca yatıp keyif yaparız, denize bakıp hayallere dalarız, kuş sesleri eşliğinde gazetelere göz atarız. nerdeee...
uçurtma uçuralım!
salıncağa binmek istiyorum!
hamakta salla!
balonu sen üfledin, ben üfledim...
gözlüğü ben takacaktım!

uçurtma kısmı tam bir fiyaskoydu. arada sırada mini mini esen rüzgarda koşturan iki "danacık" (kim acaba)komik görüntüler verdi. içimizde kalarak uçurtma sevdasından vazgeçtik.



eylül der hamağı hızlı salla, sude der yavaş. haydaa, hızır idi yunus idi, hızır idi yunus idi, hızır idi yunus idi... 
 
gözlük bile kıymete bindi. sen çok taktın sıra bende.
 

aşağıda da yanlış meslek seçtiğimin kanıtı durmakta,  kafama kafama bol bol vursam dönüşü olur mu acaba? 


ayyy yorgunluğun üstüne...
sırf bu görüntü bir sürü düşman sahibi yapıyor beni biliyorum.
olsun varsın kafada bir ton düşünce, yapılacak bir sürü iş, söylenecek onca söz, aranacak milyon kişi, gidilecek onca yer. kur bir hamak, kapat kulaklarını dış seslere, arada bir aç gözleri ama sadece gökyüzüne, güneşe. 
hayatı çözmüşüm ben yahu... 

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

nikah mı tazelesek :)

                                           





f&r
çalış çalış çalış

Çarşamba, Mayıs 18, 2011

Perşembe, Mayıs 05, 2011

bayıldım...

bir dostun dediği gibi; VAY BE!!!

"Demek yıllarım bu Hırçın Kız’la geçecekmiş..."

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nin 'Onur Ödülü'nü Cuma gecesi Ankara'daki törende tiyatro ve sinema oyuncusu Derya Alabora alacak. Uğur Yücel, festival için eşi Derya Alabora'yı yazdı

30 yıl önce tanıdım onu. Bizim Tef Kabare Tiyatrosu’nun sahnesinde ‘Hırçın Kız’ çalışmışlardı. Vaktiyle bir arkadaşımla oynadığımız ‘Hırçın Kız’ çok sükse yapmıştı okulda. Mezuniyetimizden sonra da konuşuldu. Aynı sahneyi oynayacaklardı. Bana gelmişlerdi. Mizansenimizi gösterdim. Sahnenin duygusunu anlattım. Kimi zaman karşılıklı oynayarak prova geçtik onunla. Utangaç, güzel bir kız olarak hatırladım sonrasında onu ama deftere yazmamıştım. Demek yıllarım bu Hırçın Kız’la geçecekmiş. Bilmiyordum.

Başından fışkıran deli kızıl saçları, çilleri... Güzel sevda... Suskunluğunun altında şelaleler akan tutkulu aşık delişmen kızlar gibiydi. Anne olduktan sonra da durup oturmadı aslında. Sülalede Selanikli bir deli büyükanne olmalı ki bu kızı anlayalım. Varmış da zaten. Öte yandan yemiş bitirmiş bir olgunluk…

Lezzetli ev yemekleri pişiren, eğlenceli, anaç, düşkün dostu, adaletli, gece geç saatlerde barını kapayıp tek başına kaybolup giden kavi Slav kadınlarına benzer. Sadakatle kulis lambaları karşısında makyajını silip artist barlarında kadeh parlatan inceden kibirli yeri pek kolay dolmayacak esrarengiz karakter oyuncularında, Hanna Schygulla’nın uzun koridorlarda Lili Marleen yürüyüşünde, Cahide Sonku’nun efkarında, Liza’nın kabaresinde, Sally Bowles azgınlığında, kuzey ülkelerinden gelmiş ve aniden karlar altında yok olup gidecek Femme Fatale bir yosmada, Persona’nın çıkmaz sokağında, bir balkan çingene alayının ortasında elinde şarap şişesi dört kol çengi bir karnavalda, kış günü hayranlıkla sevdiği oğlunun boynuna atkısını sararken gözleri nemlenen her annede, belalı bir sevgilinin peşinden yıllarca şehir şehir alem alem dolanan yaralı her pavyon şarkıcısının suretinde gözükür.

Küçücük bir kız çocuğundan, elinde votkasıyla kaşarlanmış eski zaman kadınlarına kadar uzanan sessiz bir klavye. Duymadığınız içli sesiyle kederli bir şarkı... Yakınındayken özlenen kadındı. Bende benim de bilmediğim, bilip de görmediğim, savurup attığım her duyguya, yırtılmış her kağıt parçasına hayranlıkla baktı. Aşığına bakar gibi.

Gencecik çilli kırmızı

Kekik kokulu adaların rüzgarlı tepelerinde başını bağrıma yaslarken yüreğimin titrediği gencecik çilli kırmızının aşk üzerine yazdığımda koyu bir ilhamla yeri baki. Canımın ta içi oğluma her sarıldığımda ciğerime dolan bahar kokusunda da.

Bir yerlere kaybolursam ruhum dolu, oğluma ilelebet hasret, ona minnet ve şükranla giderim bu dünyadan. Hırçın Kız’a...