Perşembe, Aralık 19, 2013


 her düşündüğümde yeni gitmişsin gibi. yüreğim delicesine sıkışıyor şimdi. hayal mi gerçek mi? hiç kabul edemeyecekmişim gibi. küçük kızının kalbindeki büyük kahraman, hiç gidebilir misin sen? çocukluğumun, ilk gençliğimin idolü. sevmeyi, affetmeyi, vicdanı, kalp kırmamayı öğrendim senden en çok babam. her kızın babası özeldir ama benim babam.. güzel babam. sanki başkası için yazıyorum tüm bunları. şimdi telefonda b harfine bassam, babiştri yazacak ve ben arayacağım seni, her günkü gibi. yine kaymağım nasılsın diye açıp telefonu laflayacaksın benimle. ettiğim şikayetlere; üzülme babasının gülü, boşver sıkma canını diyeceksin, ben siz üzülünce çok üzülüyorum. çok ama çok mutluyduk biz, her zaman. aklımda hep gülen yüzün, kulağımda şefkat dolu, neşeli sesin. hayatı boşverişin, mutluluk oyunların.
 denizde vedalaştım seninle, bizim denizde. hani inerken sağlam basın, bak bu kaya yosunlu, düşersiniz diye öğrettiğin denizde. birlikte midye topladığımız kayaların oradan hani. her girdiğimizde kahkahalarımızın kıyıdan duyulduğu, yüzmeyi öğrettiğin denizde. annemin balkondan kahvaltı hazır eve gelin diye işaret ettiği denizde. sırtüstü yatıp diktiğin akasyaların aksinde gökyüzüne bakıp huzurla dolup taştığım denizde. gözyaşlarımın tamamını deniz alır, içimdeki yangını hafifletir sanmıştım, yanılmışım. beni izliyorsun biliyorum. yüreğimin en derinliklerindesin her zaman. seni çok özledim..

Cuma, Kasım 15, 2013

Çarşamba, Kasım 13, 2013

bugün bunu sevdim..


"Büyükbabam, herkes öldüğü zaman geride bir şey bırakmalı, derdi. Bir çocuk, bir kitap, bir resim, bir ev, yapmış olduğu bir duvar ya da bir çift ayakkabı. Ya da ekili bir bahçe. Ellerinin bir şekilde dokunduğu ve ruhunun öldüğün zaman gidebileceği bir şey, öyle ki insanlar senin diktiğin ağaç ya da çiçeğe baktığı zaman seni orada görebilsinler. Ne yaptığın önemli değil, derdi, yeter ki sen ellerini onun üstünden çektiğin zaman, ona dokunduğun zamanki halini değiştiren bir şey yapmış olasın. Otları sadece biçen bir adamla, gerçek bir bahçivan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Otları biçen adam orada hiç bulunmamış gibidir, fakat bahçivan ömür boyu oradadır."

Salı, Kasım 12, 2013

dişlek kitap kurdum :)













-çok çok sevdiğin ve beklediğin bir yere gidicez annecik haftaya, bil bakalım nereye?
-kitap fuarına mı? yup yup!!!
   kitap aşığı kuzum benim. yine düştük tüyap yollarına güle eğlene. heyecanla girdik içeri, hemen günışığı çarptı gözümüze ve tabi ki en en en çok sevdiği yazar kuzumun. behiç ak! en çok sizin için geliyoruz biliyor musunuz buraya dedim, inanamadı, daha çok küçük ama! küçük ama o hep kitap kurduydu. benden dinlerken bayılırdı, bir süredir kendi okuyor, hem de ne okuma, kitaplara tapıyor. sizin öyle çok kitabınız var ki bizde. yine dili tutuldu bizimkinin, oysa biliyorum ki behiç ak  kitaplarıyla ilgili söyleyecek ne çok sözü vardı. birkaç kitap daha aldık tabi, ama yanında "uyurgezer fil"i getirmişti kuzum özellikle imzalatmak için. 3 yıldır gidiyoruz, tanısın isterdim aslında. benimki de laf işte, adam ne yapsın her geleni nasıl hatırlasın. belki seneye..
   çok sevdiği bir Mini Dizisi var kuzinin, altı kitabı var ve hepsine de bayılıyor. yazarı christine nöstlinger diye bir zat-ı muhterem. tutturdu onu da görmek istiyorum diye. oofff kuzim, niye bu kadar zorsun. yabancı yazar, başka dilde yazıyor, burada değil, kitapları türkçe'ye çevriliyor deyince ortaya bir de çeviri muhabbeti çıktı şimdi. evdeki kitapların yazarları incelenip çeviriyi kim yapmış diye bakmalar, oyyyy.
neyse biz yine oradan oraya atladık, iş bankası yayınlarına geldik, sakar cadı vini'nin nasıl olduysa bizde olmayan bir kitabını bulduk, birkaç rıfat ılgaz kitabı aldık, çok hoşlandım. tutturdu bilim kitapları diye. önce tübitak, ardından national geographic kids. evde olmayanı bulmak da mesele, yahu servet dökmüşüm be.  bu sırada bana asla kitaplara bakma izni yok! uçanbalık çıktı karşımıza en son ve ayla çınaroğlu. allahım ne tatlı bir kadın, üç yıldır ona da gideriz biz. çok küçükken aldığım minik kitapları vardı, balık, kuş, kedi diye. kuzi ezberden okurdu, benim bile hala aklımda; "babam bir balık aldı bana, minik balığım yapayalnız kavanozunda.." sonra üç kuzucuğun maceraları. harika hikayeler ve resimler. daha kalın kitaplarına daldık tabi, imzalattık güzelce. tesadüf ya bu yıl da 17 kitap almışız. çok çok güzel bir fuar günü daha. bu rutin hep devam etmeli, edecek de biliyorum, zehri aldı ne de olsa :))



Çarşamba, Kasım 06, 2013

kulakları küpeli..

okul bahçesinde bir deli kadın, saklambaç oynuyor! yapacak birşey yok, kuzi istiyor; "lütfen ane, lütfeeen"
ne de olsa biliyor, bu deli benim istediğim manyakça şeylere ne zaman hayır dedi ki şimdi desin. ardından daha fenası, ebe tura bir-iki-üç.şükür uzun eşek bilmiyor :)) allahım kimse izliyor mu beni, çantam da kolumda, montu çıkarsam mı?  amaaan izlerse izlesin, nolmuş yani. kuzi mutlu, ben mutlu, dua etsinler kaydırağı kullanmadım :))


Perşembe, Ekim 31, 2013

derin mevzular..

oyun oynarken odasında, durup dururken;
-anne, benim gözlerim güzel değil mi?
-?
-koro için kulisteyken ablalar sude'nin gözlerinin çok güzel olduğunu söylediler, bana hiç seninkiler de güzel demediler..
-ayh, annecik çevremizde çok fazla renkli gözlü insan yok, ondan ilgi çekiyor renkli gözler, herkesin hoşuna gidiyor.
-hıh, kahverengi renk değil mi? (sözümle dalga geçti aklınca)
-bir tanecik, önemli olan ne renk olduğu değil gözlerinin, nasıl baktığı. duygularını nasıl gösterdiği. senin gözlerin öyle mutlu, öyle güzel bakıyor ki..
-keşke gözlerim mavi olsaydı..

ahhh benim güzel gözlüm, süpürge kirpiklim, biraz erken değil mi? hem babanın mavişleri geçmemiş sana, benim kara boncuklar geçmiş, ne şarkılar şiirler yazılmış kara gözlere, daha ne istiyorsun :))

neyse konu değişsin. okuma saatinde kitap götürüyor, dün itiraf etti, öğretmeni sık sık ona okutuyormuş kitapları. o yüzden evden kendi kitaplarını götürmek istiyormuş. sınıftakiler birşeyler okutuyorlarmış sürekli, ya da yazı yazdırıyorlarmış resimlerine falan. suratındaki gururu görünce dayanamadım, çok hoşuna gidiyor değil mi böyle olması dedim. yumurtlayıverdi hemen, evet bana sormalarına bayılıyorum!





Salı, Ekim 01, 2013

 
hayatımın en özel kadınının bana verdiği en özel hediye...benim kömür gözlü kızım, canım, ciğerim, herşeyim. ne şu an taşıdığım Can'a ne de sana duyduğum sevgi anlatılır gibi değil.
seni ben taşımadım ama, doğduğun anda aldığım kokun hala burnumda.
doğumgününde ilk defa yanında olamamak  çok acıtsa da içimi;
iyi ki doğdun kuzum, iyi ki hayatımın bir parçasısın. öyle güzel bir ömür geçir ki...
seni çok seviyorum teyziş:))))))))))))))))))))
 

iyi ki..

kuzumm, bir taneciğim, herşeyim..
altı yıl önce doğduğun an tüm netliğiyle aklımda. titreyerek ağlayan kocaman bir ağız, süpürge kirpikler ve kapkara bir kız. "hoşgeldin yabancı" demiştim sana. öyle işledin ki hayatıma, kokun burnumda, sıcaklığın hep koynumda. kocaman, çok akıllı, çok da edepsiz bir kızsın artık :) 
kendine ait bir yaşamın, arkadaşların, çevren, zevklerin var artık. ne zaman bu kadar büyüdün annecik..
şimdi her yere benimle gideceğini, hep benimle olacağını söylüyor o güzel ağız. inanmak istiyorum..
doğum günün kutlu olsun kuzim, hep iyi insanlar çıksın karşına ve hep istediğin gibi dünyayı dolaş.
 insan ol, mutlu ol, aşık ol..
ve unutma, bu dünyada seni benden daha fazla seven kimse yok..

Çarşamba, Eylül 25, 2013

gitmek

bugün şiir günü kuzi..

GİTMEK

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. 

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. 
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira... 
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz. 

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek, 
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; 
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek. 
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler 
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren? 
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

CAN YÜCEL

ANLAR


Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,  
İkincisinde, daha çok hata yapardım.  
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.  
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,  
Çok az şeyi  
Ciddiyetle yapardım.  
Temizlik sorun bile olmazdı asla.  
Daha çok riske girerdim.  
Seyahat ederdim daha fazla.  
Daha çok güneş doğuşu izler,  
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.  
Görmediğim bir çok yere giderdim.  
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.  
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.  
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.  
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.  
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.  
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.  
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,  
Gitmeyen insanlardandım ben.  
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.  
Eğer yeniden başlayabilseydim,  
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.  
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.  
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,  
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.  
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...  
ÖLÜYORUM...  
       
J.L.BORGES

Pazartesi, Eylül 23, 2013

ve dağlar çok da yankılanamadı..

   şimdiii, çok fazla beklentiyle, deli gibi heyecanlanarak alınmış, kapağına, arkadaki tanıtımına ölünmüş bir kitap. daha önce iki kitabına hayran olunmuş, beni perişan etmiş muhteşem bir yazar.
 
  çok etkileyici başladı, yine anlatım şahane, betimlemeler hayran kalınacak cinsten. ama ilk etapta dikkat çeken - çeviriden olduğunu sanıyorum- cümlelerde zaman sorunu. geniş zamanda anlatırken geçmiş zamana geçmiş örneğin. başlarda, anlattığı masalda dikkatimi çekti fakat masal anlatıldığı için kasıtlı yapmış olabileceğini düşündüm. ileride de pek çok kez karşılaşınca şaşırdım doğrusu.

   çok iyi bir başlangıç, içimi acıtmaya başladı, şimdi ne olacak da bizi nerelerde şaşırtacak, yüreğime nasıl bir kazık saplanacak. abdullah, peri, sabır, masume, pervane, nebi derken hikaye birden dağılıyor; yan karakterlerin hayatlarına, ki bence çok azı gerekliydi, fazlasıyla değinmiş, konudan acayip sapmış. idris, ikbal ve oğlu, markos, bunların hepsi kendi hikayeleriyle bambaşka bir romanın kahramanı olabilirlerdi bence. onlarla kıssadan hisseler yapmış sanki. oysa sadece hikayeden uzaklaştırdılar beni.

    peri'nin hayatında şoklardaydım. detaylara gömülürken birden jet hızıyla ve yine gereksiz ayrıntılarla peri torun torba sahibi oldu. yurtdışındayken kızının hasta olduğu bir bölüm var mesela, ben hala anlamadım neden yazmış. daha çok şey yazmamak lazım sanırım okumayanlar için, tamam durdum.
 
   böyle eleştiriler yazarken içim sızlıyor, yazara konduramıyorum, yine de diyorum okuttu kendini, kötü diyemem. ama kıyaslanamaz "uçurtma avcısı" ile, yanından geçemez "bin muhteşem güneş"imin.
 
 yüreğime dokunan yerler boldu yine de, birkaçı ;

-ben küçük bir kızken, babamla her gece yinelenen bir adetimiz vardı. ben yirmi bir kez besmele çektikten, o da üzerimi örttükten sonra yanıma oturur, baş ve işaret parmaklarıyla kafamdaki kötü rüyaları kopartırdı. parmakları alnımdan şakaklarıma zıplar, kulaklarımın arkasını, ensemi sabırla araştırır, beynimden çekip aldığı her kabusta ağzından pof diye bir ses çıkartırdı, bir şişenin mantarını açıyormuş gibi. sonra rüyaları teker teker kucağındaki görünmez çuvala doldurur, ipini sıkıca çekip çuvalın ağzını büzerdi. ardından da, ayıkladıklarının yerine koyacağı güzel, mutlu rüyaları bulmak üzere havayı taramaya koyulurdu. uzaklardan gelen bir müziği duymaya çalışırcasına başını hafifçe yana eğip kaşlarını çatışını, gözleriyle sağı solu yoklayışını izlerdim. soluğumu tutar, babamın yüzünün bir tebessümle açılacağı anı beklerdim; şarkı söylercesine, işte bir tane, diyerek ellerini birleştirip avuçlarını açacağı, rüyanın ağaçtan döne kıvrıla düşen yaprak misali avucuna konmasına izin vereceği anı. sonra ellerini yavaşça, usul usul (babam hayattaki bütün güzel şeylerin narin olduğunu, bir anda uçup gidebileceğini söylerdi ) yüzüme götürür, avucuyla alnımı ovalar ve mutluluğu kafama güzelce yedirirdi.

-ancak bunu bilmek, köklerini tanımak öyle önemli ki. varoluşunun nerede başladığını bilmek. bilmediği zaman, yaşamı insana gerçek dışı geliyor. bir bilmece gibi. sanki bir öykünün başını kaçırmışsın da şimdi ortasındasın ve anlamaya çalışıyorsun gibi.

-oysa zaman cazibe gibi. asla senin sandığın kadarına sahip değilsindir.

Cuma, Eylül 20, 2013

tik tak tik tak...

F1 pilotu gibiyim bugünlerde. akşam çıkışta kuziye yetişme turları. zamanla öyle bir yarış, gözüm hep arabanın saatinde. çenem de hiç durmuyor, etrafımda saçma salak bir trafik. gecikirsem veli odasında bekleyecek beni. çantasında kitabı, kağıtları, boya kalemi. beklerken canı sıkılmasın kuzinin. çok üzülüyorum çok! öyle olgundu ki ilk gün veli odasına koşarak girdiğimde. çok bekledin mi annecik diye telaşla sarılırken, yo yeni geldim sınıftan dedi. dün de tam sınıftan çıkarken yakaladım öğretmeniyle, bir rahatladım ki. açıklamaya çalıştım kuzuma; mecburum annecik, yoksa senin beklemeni en çok ben istemiyorum bilesin. üzerine bir sürü tembih, karşılığında tamaaam, anladııım, off yeter anneeee.
haftaya derslerden sonra başlayacak olan etüd ve başka dersler olacak, diğer çocuklardan onlara kalan olacak ve umuyorum bu durum daha çekilir olacak. çünkü şu an sınıfında annesini tek bekleyen benim kuzum. isyaaaaan...

Perşembe, Eylül 19, 2013

coğrafyacı olacakmış..

-eylül avrupa'dan 5 ülke sayabilir misin?
-sayarım, hımmmm isveç, norveç, isviçre ..
-çizmeye benzer hani
-italya!
-bir tane daha, hani 4 kafadar da gitmişti
-ingiltere!
-güzel, peki ya asya'dan sayabilir misin?
-çin, rusya, moğolistan, kazakistan
-amerika'dan?
-kuzeyi pek bilmiyorum, güneyi sayabilirim.
-tamam, say
-arjantin, peru, şili, brezilya
-meksika?
-hayııııır, meksika kuzey amerika'da, getireyim de bakın küreme, kuzeydeee

zaten coğrafyam çok kötüdür :))


Salı, Eylül 17, 2013

demirbaş kuzi

     yeni iş şimdi, hemen izin almayayım. zaten babası götürecek diye dün gitmedim kuzinin okuluna, hem alıştırmaya ben götürmüştüm. tüm aileler hazır ve nazırmış sabah, herkesinki bahçede bekliyor. babası sormuş kuziye, ne yapmamı istersin diye. bizimki "sen git" demiş postalamış babasını.emin misin? eveeet!!! kendini okulun demirbaşı saymaya başlamış bu ya, deli kızım benim. sahiplenmesini, ait hissetmesini çok sevdim, umarım bu hiç bozulmaz. 
     gününü anlatırken de çok keyifliydi. kankasıyla yanyana oturmuşlar, bir sürü oyun oynamışlar, dışarı çıkmışlar. aaa zeynep kuzinin küpesini görünce "aa çok güzel bakabilir miyim?" demiş, kuzi de göstermiş tavşanlı küpelerini. zeynep çok çok beğenmiş. sude de beğenmiş ama sude'nin kulağı daha önce "tahriş" olmuşmuş, o yüzden annesi küpelerini çıkarmış ve kulağı kapanmışmış. ayh, muhabbetlerini yediklerim.

Cuma, Eylül 13, 2013

baskın basanındır

banyoda gözüne köpük kaçan zilli (sanki şampuanı göz yakarmış gibi) yaygarayı koparır;
-şimdi ben nasıl kitap okuycaam, nasıl tabletimle oynuycaam, çizgi film de izleyemem, ponylerimle bile oynayamam bu halde!
baktı ki sallayan yok taktik değiştirir;
-akşam erken de uyuyamam, gece de kıpraşmadan duramam! (ve intikam gülüşü)
blöfü yiyip etekleri tutuşan anne deliler gibi yıkamaya başlar gözleri

Çarşamba, Eylül 11, 2013

lal

     yemekte karşımdaki kızla resmen içimden konuştum. konuşmaya birşeyler bulmaya çalıştım ve baktım ki hepsini içimden sordum, onu geç buna gerek yok derken kelime sarfiyatı yapmaya gerek olmadığına karar verdi içim. farkettim de çok konuşup aslında hiç konuşmamışım. bari arabama ineyim, o tanıdık dedim, sohbet edilir, bir yıllık dostluğumuz var, beni tanır, halden anlar. o da anlamadı vefasız, sus pus oturdu karşımda. hakkını yiyemem serinletti beni rahattı. ama istediğim bu değildi! iki çift havadan sudan sohbetti, iyi misin demekti. akşama ne yemek yapacaksın, kuzu da hiç söz dinlemiyor bu aralar diyecektim ona, eve temizlik lazım, çok işim var diye dert yanacaktım. olmadı be, yine boğazıma kaçtı dilim, içim bugün de 1-0 önde..
ayh içim daraldı!yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak!

ve dağlar yankılandı

sessizlik orucum ne kadar sürer, ben buna daha ne kadar dayanırım, mavi hap mı kırmızı mı, beyaz atlı gelip atının terkisine ne zaman atar beni? bu durmayan çene 2 gündür günde 8 saat kapı-duvar. muhtemel bir süre daha böyle. hayır bir süre dayanırım da uzun bir süre...  içim konuşuyor tüm gün, hem de ne geveze. bıt bıt bıt bir sus allah aşkına. akşam alıyorum intikamımı ama hiç fırsat bırakmıyorum ona yatana dek. yine de bir korku var içimde. ya içim galip gelir de akşamları da sazı o alırsa eline diye. cık cık cık umutsuzluk en büyük günah :)) saçmalama! hem dostun  çok güzel bir haber verdi ya sana;

hemen verdim siparişi, çok heyecanlıyım çok. 
yine yakacak yürekleri belli ki;

“Hikâyeler, hareket halindeki trenler gibidir: trene nereden bindiğiniz fark etmez, nihayetinde gideceğiniz yere ulaşmanız kaçınılmazdır.”
-Khaled Hosseini, Ve Dağlar Yankılandı-

Çarşamba, Temmuz 10, 2013

teşekkürler hayat

bana çok şey veren hayata teşekkürler
her açtığımda, beyazdan siyahı
gökyüzünün derinliklerindeki yıldızlı görüntüyü
ve de insan kalabalıklarının içinden sevdiğim insanı
ayırt etmemi sağlayan, iki göz verdiği için teşekkürler

bana çok şey veren hayata teşekkürler 
gece ve gündüz demeden, 
ağustos böceklerinin, kanaryaların şarkılarını 
çekiç ve motor seslerini, köpek havlamalarını, fırtınaları 
ve sevdiğimin narin sesini 
bütün genişliği boyunca boyunca kaydeden şeyi, 
kulağı verdiği için teşekkürler

bana çok şey veren hayata teşekkürler 
haykırıp düşünebildiğim kelimeleri 
anne, arkadaş, kardeş, yanan ışık gibi kelimeleri 
ve sevdiğim insana giden ruhumun rotası gibi kelimeleri 
düşünüp ve açıklayabilmem için bana 
sesi ve alfabedeki kelimeleri verdiği için teşekkürler 
bana çok şey veren hayata teşekkürler 
onlarla şehirleri, göletleri, deniz kıyılarını 
çölleri, dağları ve geniş düzlükleri 
ve senin evini, sokağını ve bahçeni gezdiğim 
yorgun ayaklarımın yürüyüşünü verdiği için teşekkürler

bana çok şey veren hayata teşekkürler 
yıkıntılardan ayağa kalkışı ayırabilmeyi 
şarkımı oluşturan, sizin şarkınızla aynı olan şarkıyı oluşturan, 
iki temel maddeyi; gülücüğü ve gözyaşını verdiği için teşekkürler 
herkesin şarkısı olan benim kendi şarkımı.. 
bana çok şey veren hayata teşekkürler...

sağol dostum. her bitiş bir başlangıçtır derler, umarım benim için de..

Cuma, Haziran 21, 2013

terkedildik..













gidemez yooo, tek gitmez. gitse de bensiz uzun süre kalamaz, yok yok kalamaz, özler beni. birkaç güne alırız.
hahayyyyyt, hanımefendi, okursun belki yazım sana. dönmeyi hiç mi hiç istemediğin gibi telefonda iki çift lafı çok görüyorsun. lütfedip tatile bizimle geleceksin gibi görünüyor ama sonra yine dönecekmişsin, tatil bitene dek. son dönemde tavan yapan özgüvenin havaalanına giderken her yerinden taşıyordu adeta. sırtında çanta, elinde çekçek valiz;
-ben ünye'ye gidiyorum, hem de tek başıma, çok heyecanlıyım anne, çok mutluyum!!!
seni bıraktığımızda dut yemiş bülbül gibi kaldık babanla. arabada tek kelime çıkmadı ağzımızdan. çok özledim kokunu ciğerim, çok!
buraya kadar çok dokunaklı gittik sanırım, şimdi itiraf vakti;
herşey bir yana, kocayla başbaşa kalmayı öyle özlemiş ki bünye. sahiden balayı gibi. hayatın merkezinde hep kuzu varmış ne zamandır, başbaşa olmayı unutmuşuz sanki biraz. öyle özlemişiz ki aylak aylak dolaşmayı, laklak etmeyi. öğrencilik yıllarımıza döndük sanki, ev de öyle perişan!

Salı, Haziran 11, 2013

gidiyorsun..

 

herşeyini çok özlerim annem, herşeyini. ama en çok başbaşa geçirdiğimiz, kafamıza göre takıldığımız, senin beni, benim seni en çok anladığım, arkadaş vakitlerimizi. o koyna gömmeden kafayı nasıl uyur bu annecik!
çabucak gel olur mu?

Cuma, Mayıs 31, 2013

dişlek


ya bu dori de ne komik balık, dünyanın en büyük hayvanına (balina) nasıl seslendi biliyor musun anne,
 "hey ufaklık"
(kayıp balık nemo)

 gecenin bir vakti, gözler kapalı, uykunun arası;
-anne, birşey sorabilir miyim?
-elbette annecik
-benim saçlarım one hundred tane mi?

 
 bunlar portfolyodan, deney yaptı bize bilim kadını :))





seneye 1. sınıf, aman tanrım!

Perşembe, Mayıs 30, 2013

şu şirkette durduğum her gün tescilliyorum;
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!
gerizekalıyım!

Cuma, Mayıs 24, 2013

bir ilk daha

 -anneee, biliyor musun dişim sallanıyor :))
-aaa, gerçekten mi?
-bunun olmasını çok istiyordum,hep bunu bekliyordum, çok mutluyum anne :)))

hemen kutulandık, görmemişin dişi sallanmış : p


iki gün sonra muz yerken yuttu saftiriğim dişini. kutuya koyamadık diye hayıflanınca; merak etme diğer dişim düştüğünde koyarız diye avuttu beni, anne hangimiz bilemedim.

haa, bu arada diş mevzusunu telefonda sevgiliye söylediğimde öldüm gülmekten. zira ne olacak şimdi, neden sallanıyor, doktora götürelim mi, canı acır mı gibi bir sürü bilimsel soru sordu. meğer kendi dişleri sallanamadan çürüdüğü için çekilmiş hep zavallı kocamın :))

Salı, Mayıs 21, 2013

Pazartesi, Mayıs 20, 2013

üstad..


Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

Can Yücel…

Çarşamba, Mayıs 15, 2013

bayıldım..



Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır...

Pazartesi, Mayıs 13, 2013

livaneli'ye

yine gözüm kapalı aldım romanını, kardeşimin hikayesi! hiçbir yoruma bakmadan, konusu nedir bilmeden. çünkü sen yazmıştın. ve yine pişman olmadım. bir kez daha saygıyla eğildim önünde, böyle bir dil, böyle bir üslup! herşeyden çok tasvirler aldı götürdü beni. umarım birkaç tane alıntı yapsam sorun olmaz senin için;

bu tepeden Karadeniz'in bir insan gibi değişen, kılıktan kılığa giren hallerini izlemeye gelirdim. bazen öfkelenir, bitmek bilmeyen bir enerjiyle sahildeki kayalıklara kafa atardı, bazen kıyı çizgisini diliyle nazlı nazlı yalardı, ender olarak da bir göl gibi kıpırtısız kalır, içine kapanırdı. karadeniz'i bi roman kahramanı gibi ruhsal gelgitleri, öfkeleri, sevdaları, umutları ve mutsuzluklarıyla tanımayı öğrenmiştim.
                                                                          *
dedim ya, bütün bunlarda bir işaret görüyorum ben. demek ki buraya yerleşmem, burada kalmam, belki de burada ölmem, buraya gömülmem gerekiyor. neden mi? çünkü eski hayatımla hiçbir ilgisi yok. bana ay krateri kadar yabancı bir yer. ne bir kişiyi tanıyorum ne de beni tanıyan biri var. sorulardan, arkadaşlıklardan, toplumdan uzak, kendi içine dönen bir hayat. bütün istediğim bu.
                                                                          *
insan her şeyi untarak yaşayabilirdi ama her şeyi hatırlayarak yaşayamazdı!
                                                                          *
"peki sizin ayrıcalğınız ne?"diye soruyor.
"çok basit" diyorum. "okumak, sadece okumak. okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını. o zenginlerin arkadaşları birkaç finasçı, üç beş hlding yöneticisi. üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler. oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı ve en yaratıcı insanları: aristoteles, platon, ibn rüşd, faulkner, homeros, nietzsche, ibn haldun... bunları hangi maddiyatla bir tutabilirsin?"
                                                                          *
aslında aşk kelimesini hiç sevmediğimi, günümüzde bunun bir pazarlama aracına dönüştüğünü söyledim. aşk dendiğinde sanki küçülüyordu her şey. o zaman gerçek aşka ne ad verdiğimi sordu.
"karasevda" dedim.
"karasevda?"
"evet!" dedim. "işte insana o çılgınlıkları yaptıran duygunun adı budur. karasevdayla aşk farklıdır birbirinden. asıl tehlikeli olan da karasevdadır.
                                                                          *
aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.
                                                                          *
bambaşka bir psikolojiye sürükledin beni, dün gece tabiri caizse şok yaşadım.meraklandım, şaşırdım, üzüldüm, birçok insani duygu vardı ama hepsinden önemlisi ilk sayfadan itibaren "dil" di. baştan sona anlatımlar, ifade, bu kadar akıcı, bu kadar sıkmaktan uzak, bu kadar mükemmel olabilirdi. teşekkürler livaneli, kendimi bildim bileli hayatımdasın. önceleri müziğinle, sonra usta kaleminle. umarım uzun yıllar daha güzel hikayelerini paylaşırsın benimle..

Perşembe, Mayıs 09, 2013

la vie en rose..

utandım kendimden! bunca yıllık şarkımızın (üstelik düğün şarkımız) sözlerine hiç bakmamışım, eşek kafam!

pembe hayat 

bakışlarımı kaçıran gözler 
dudaklarında kaybolan gülüş 
işte ait olduğum adamın 
rötüşsuz portresi 

ben onun kollarındayken 
kulağıma fısıldadığında 
hayatı pembe görüyorum 

bana aşk sözcükleri söylüyor 
her günkü gibi 
bana bir şeyler oluyor 

kalbime girdi 
sebebini bildiğim 
mutluluğum 

hayatta, benim için o ,onun için ben 
bana dedi yemin etti hayatı üzerine 

onu gördüğüm anda 
kalbimin çarptığını 
hissettim 

bitmeyen aşk gecelerin 
yerine mutluluk aldı 
sıkıntılar üzüntüler gitti 
mutlu,ölümüne mutlu 

ben onun kollarındayken 
kulağıma fısıldadığında 
hayatı pembe görüyorum 

bana aşk sözcükleri söylüyor 
her günkü gibi 
bana bir şeyler oluyor 

kalbime girdi 
sebebini bildiğim 
mutluluğum 

hayatta, benim için o ,onun için ben 
bana dedi yemin etti hayatı üzerine 

onu gördüğüm anda 
kalbimin çarptığını 
hissettim 

ve neden bizim şarkımızmış anladım..