Çarşamba, Eylül 25, 2013

gitmek

bugün şiir günü kuzi..

GİTMEK

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. 

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. 
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira... 
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz. 

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek, 
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; 
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek. 
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler 
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren? 
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

CAN YÜCEL

ANLAR


Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,  
İkincisinde, daha çok hata yapardım.  
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.  
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,  
Çok az şeyi  
Ciddiyetle yapardım.  
Temizlik sorun bile olmazdı asla.  
Daha çok riske girerdim.  
Seyahat ederdim daha fazla.  
Daha çok güneş doğuşu izler,  
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.  
Görmediğim bir çok yere giderdim.  
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.  
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.  
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.  
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.  
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.  
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.  
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,  
Gitmeyen insanlardandım ben.  
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.  
Eğer yeniden başlayabilseydim,  
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.  
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.  
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,  
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.  
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...  
ÖLÜYORUM...  
       
J.L.BORGES

Pazartesi, Eylül 23, 2013

ve dağlar çok da yankılanamadı..

   şimdiii, çok fazla beklentiyle, deli gibi heyecanlanarak alınmış, kapağına, arkadaki tanıtımına ölünmüş bir kitap. daha önce iki kitabına hayran olunmuş, beni perişan etmiş muhteşem bir yazar.
 
  çok etkileyici başladı, yine anlatım şahane, betimlemeler hayran kalınacak cinsten. ama ilk etapta dikkat çeken - çeviriden olduğunu sanıyorum- cümlelerde zaman sorunu. geniş zamanda anlatırken geçmiş zamana geçmiş örneğin. başlarda, anlattığı masalda dikkatimi çekti fakat masal anlatıldığı için kasıtlı yapmış olabileceğini düşündüm. ileride de pek çok kez karşılaşınca şaşırdım doğrusu.

   çok iyi bir başlangıç, içimi acıtmaya başladı, şimdi ne olacak da bizi nerelerde şaşırtacak, yüreğime nasıl bir kazık saplanacak. abdullah, peri, sabır, masume, pervane, nebi derken hikaye birden dağılıyor; yan karakterlerin hayatlarına, ki bence çok azı gerekliydi, fazlasıyla değinmiş, konudan acayip sapmış. idris, ikbal ve oğlu, markos, bunların hepsi kendi hikayeleriyle bambaşka bir romanın kahramanı olabilirlerdi bence. onlarla kıssadan hisseler yapmış sanki. oysa sadece hikayeden uzaklaştırdılar beni.

    peri'nin hayatında şoklardaydım. detaylara gömülürken birden jet hızıyla ve yine gereksiz ayrıntılarla peri torun torba sahibi oldu. yurtdışındayken kızının hasta olduğu bir bölüm var mesela, ben hala anlamadım neden yazmış. daha çok şey yazmamak lazım sanırım okumayanlar için, tamam durdum.
 
   böyle eleştiriler yazarken içim sızlıyor, yazara konduramıyorum, yine de diyorum okuttu kendini, kötü diyemem. ama kıyaslanamaz "uçurtma avcısı" ile, yanından geçemez "bin muhteşem güneş"imin.
 
 yüreğime dokunan yerler boldu yine de, birkaçı ;

-ben küçük bir kızken, babamla her gece yinelenen bir adetimiz vardı. ben yirmi bir kez besmele çektikten, o da üzerimi örttükten sonra yanıma oturur, baş ve işaret parmaklarıyla kafamdaki kötü rüyaları kopartırdı. parmakları alnımdan şakaklarıma zıplar, kulaklarımın arkasını, ensemi sabırla araştırır, beynimden çekip aldığı her kabusta ağzından pof diye bir ses çıkartırdı, bir şişenin mantarını açıyormuş gibi. sonra rüyaları teker teker kucağındaki görünmez çuvala doldurur, ipini sıkıca çekip çuvalın ağzını büzerdi. ardından da, ayıkladıklarının yerine koyacağı güzel, mutlu rüyaları bulmak üzere havayı taramaya koyulurdu. uzaklardan gelen bir müziği duymaya çalışırcasına başını hafifçe yana eğip kaşlarını çatışını, gözleriyle sağı solu yoklayışını izlerdim. soluğumu tutar, babamın yüzünün bir tebessümle açılacağı anı beklerdim; şarkı söylercesine, işte bir tane, diyerek ellerini birleştirip avuçlarını açacağı, rüyanın ağaçtan döne kıvrıla düşen yaprak misali avucuna konmasına izin vereceği anı. sonra ellerini yavaşça, usul usul (babam hayattaki bütün güzel şeylerin narin olduğunu, bir anda uçup gidebileceğini söylerdi ) yüzüme götürür, avucuyla alnımı ovalar ve mutluluğu kafama güzelce yedirirdi.

-ancak bunu bilmek, köklerini tanımak öyle önemli ki. varoluşunun nerede başladığını bilmek. bilmediği zaman, yaşamı insana gerçek dışı geliyor. bir bilmece gibi. sanki bir öykünün başını kaçırmışsın da şimdi ortasındasın ve anlamaya çalışıyorsun gibi.

-oysa zaman cazibe gibi. asla senin sandığın kadarına sahip değilsindir.

Cuma, Eylül 20, 2013

tik tak tik tak...

F1 pilotu gibiyim bugünlerde. akşam çıkışta kuziye yetişme turları. zamanla öyle bir yarış, gözüm hep arabanın saatinde. çenem de hiç durmuyor, etrafımda saçma salak bir trafik. gecikirsem veli odasında bekleyecek beni. çantasında kitabı, kağıtları, boya kalemi. beklerken canı sıkılmasın kuzinin. çok üzülüyorum çok! öyle olgundu ki ilk gün veli odasına koşarak girdiğimde. çok bekledin mi annecik diye telaşla sarılırken, yo yeni geldim sınıftan dedi. dün de tam sınıftan çıkarken yakaladım öğretmeniyle, bir rahatladım ki. açıklamaya çalıştım kuzuma; mecburum annecik, yoksa senin beklemeni en çok ben istemiyorum bilesin. üzerine bir sürü tembih, karşılığında tamaaam, anladııım, off yeter anneeee.
haftaya derslerden sonra başlayacak olan etüd ve başka dersler olacak, diğer çocuklardan onlara kalan olacak ve umuyorum bu durum daha çekilir olacak. çünkü şu an sınıfında annesini tek bekleyen benim kuzum. isyaaaaan...

Perşembe, Eylül 19, 2013

coğrafyacı olacakmış..

-eylül avrupa'dan 5 ülke sayabilir misin?
-sayarım, hımmmm isveç, norveç, isviçre ..
-çizmeye benzer hani
-italya!
-bir tane daha, hani 4 kafadar da gitmişti
-ingiltere!
-güzel, peki ya asya'dan sayabilir misin?
-çin, rusya, moğolistan, kazakistan
-amerika'dan?
-kuzeyi pek bilmiyorum, güneyi sayabilirim.
-tamam, say
-arjantin, peru, şili, brezilya
-meksika?
-hayııııır, meksika kuzey amerika'da, getireyim de bakın küreme, kuzeydeee

zaten coğrafyam çok kötüdür :))


Salı, Eylül 17, 2013

demirbaş kuzi

     yeni iş şimdi, hemen izin almayayım. zaten babası götürecek diye dün gitmedim kuzinin okuluna, hem alıştırmaya ben götürmüştüm. tüm aileler hazır ve nazırmış sabah, herkesinki bahçede bekliyor. babası sormuş kuziye, ne yapmamı istersin diye. bizimki "sen git" demiş postalamış babasını.emin misin? eveeet!!! kendini okulun demirbaşı saymaya başlamış bu ya, deli kızım benim. sahiplenmesini, ait hissetmesini çok sevdim, umarım bu hiç bozulmaz. 
     gününü anlatırken de çok keyifliydi. kankasıyla yanyana oturmuşlar, bir sürü oyun oynamışlar, dışarı çıkmışlar. aaa zeynep kuzinin küpesini görünce "aa çok güzel bakabilir miyim?" demiş, kuzi de göstermiş tavşanlı küpelerini. zeynep çok çok beğenmiş. sude de beğenmiş ama sude'nin kulağı daha önce "tahriş" olmuşmuş, o yüzden annesi küpelerini çıkarmış ve kulağı kapanmışmış. ayh, muhabbetlerini yediklerim.

Cuma, Eylül 13, 2013

baskın basanındır

banyoda gözüne köpük kaçan zilli (sanki şampuanı göz yakarmış gibi) yaygarayı koparır;
-şimdi ben nasıl kitap okuycaam, nasıl tabletimle oynuycaam, çizgi film de izleyemem, ponylerimle bile oynayamam bu halde!
baktı ki sallayan yok taktik değiştirir;
-akşam erken de uyuyamam, gece de kıpraşmadan duramam! (ve intikam gülüşü)
blöfü yiyip etekleri tutuşan anne deliler gibi yıkamaya başlar gözleri

Çarşamba, Eylül 11, 2013

lal

     yemekte karşımdaki kızla resmen içimden konuştum. konuşmaya birşeyler bulmaya çalıştım ve baktım ki hepsini içimden sordum, onu geç buna gerek yok derken kelime sarfiyatı yapmaya gerek olmadığına karar verdi içim. farkettim de çok konuşup aslında hiç konuşmamışım. bari arabama ineyim, o tanıdık dedim, sohbet edilir, bir yıllık dostluğumuz var, beni tanır, halden anlar. o da anlamadı vefasız, sus pus oturdu karşımda. hakkını yiyemem serinletti beni rahattı. ama istediğim bu değildi! iki çift havadan sudan sohbetti, iyi misin demekti. akşama ne yemek yapacaksın, kuzu da hiç söz dinlemiyor bu aralar diyecektim ona, eve temizlik lazım, çok işim var diye dert yanacaktım. olmadı be, yine boğazıma kaçtı dilim, içim bugün de 1-0 önde..
ayh içim daraldı!yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak, yarın böyle olmayacak!

ve dağlar yankılandı

sessizlik orucum ne kadar sürer, ben buna daha ne kadar dayanırım, mavi hap mı kırmızı mı, beyaz atlı gelip atının terkisine ne zaman atar beni? bu durmayan çene 2 gündür günde 8 saat kapı-duvar. muhtemel bir süre daha böyle. hayır bir süre dayanırım da uzun bir süre...  içim konuşuyor tüm gün, hem de ne geveze. bıt bıt bıt bir sus allah aşkına. akşam alıyorum intikamımı ama hiç fırsat bırakmıyorum ona yatana dek. yine de bir korku var içimde. ya içim galip gelir de akşamları da sazı o alırsa eline diye. cık cık cık umutsuzluk en büyük günah :)) saçmalama! hem dostun  çok güzel bir haber verdi ya sana;

hemen verdim siparişi, çok heyecanlıyım çok. 
yine yakacak yürekleri belli ki;

“Hikâyeler, hareket halindeki trenler gibidir: trene nereden bindiğiniz fark etmez, nihayetinde gideceğiniz yere ulaşmanız kaçınılmazdır.”
-Khaled Hosseini, Ve Dağlar Yankılandı-