Perşembe, Ağustos 28, 2014

yayınlamayı borç bilirim :)



hep kısacık görünmesin kahramanım. kafayı çok vuruyor ama sonu :))

Çarşamba, Ağustos 27, 2014

safi huzur


     ​resimlere bakarken sessizliği duy. safi sessizlik. kulakların şaşakalır. hava dupduru, oksijenden başın döner. heybetli dağlar çevirmiş etrafını, rengi ifade etmek zor, göz alıcı bir yeşil. alabildiğine huzur. zihnini meşgul eden herşeyle vedalaş, zira kendiliğinden gidiyorlar, denedim.  göz bayramı, ruh bayramı. nirvanaya ulaşırsın..
     böğürtlen topladık annemle, yılanlar gelmesin diye elimizde birer sopa. ses çıkararak vurduk çalılara. zaten ortadaki tek ses ileride akan dere ve bizim ayak seslerimiz. ayının geçtiği yerleri gösterdi annem. namussuz oturmuş fındık yemiş oralarda, kendi çöplüğü ne de olsa, kalan nadir çöplüklerden. elmaları kendimiz topladık. bazıları kurtlu, bazılarından kuşlar da nemalanmış, öyle tatlı. yediğin yemek ayrı iniyor boğazından, içindeki huzurdan olsa gerek. karşı dağlarda serpilmiş birkaç ev, gerisi alabildiğine kardeş ağaçlar, tepelerinde bulutlar ve gökyüzü..
bilmem anlatabildim mi..

























22 yıldır gitmemiştim, nasıl da eşeklik ediyor insan. delikanlıyı görmek, anneciği alıp dönmek niyetiyle gittim yıllaaar sonra. iyi ki..
otobüsten indim, hava serin, miss. giydim hırkamı, doooğru köye. o gün kendime gelemedim, oksijen çarptı. sonra dinginliğe verdim kendimi, dinledim sessizliği. kıytırık telefon fotoğrafları bunlar, aslını görsen inanamazsın.


bu da bizim eski televizyonluk. antika olduk :))

Salı, Ağustos 26, 2014

duvarların dili olsa..

akşam evde pineklerken kuzi waffle waffle diye inleyince hadi çıkalım dedim bütla'ya. çıkarken rotayı biraz genişletelim bari dedim ve kuziye babet bakalım hadi. 7 yaşında 34 numara ayakkabı giyen kız çocuğu büyüyünce kaç numara giyer sorunsalına çözüm bulan beri gelsin. çok sıkıntım olacak biliyorum; "anneee, bana sandalet neden olmuyor, annneee benim ayağım neden bu kadar büyük!" lüzumsuz insanları daha iyi tekmelemek için yavrum, pehhh.
neyse biz tabi babet falan bulamadık. ama ben belamı buldum. daha önce de kuziye elbise aldığım çoook tatlı bir mağaza var. mağaza, dekorasyonundan içindekilere o kadar cici, öyle sade ve şık ki. elbiselere bakarken kasadaki kadını ısırdı bir yerlerden gözlerim. aaa tamam, buldum, anaokulundan kuzinin arkadaşının annesi! ben bakarken gözgöze geldik, ama o beni çıkaramıyor, 1 puan bana. konuştuk tabi, hatırladı, çok özür diledi. aa kızı da orada. biraz sohbet ettik. ve gooool mağazanın sahibiymiş; 5-1. allahım neden ben! tamam yıllardır hayal ediyorum, hep içimde bir umut taşıyorum ama belki de beceriksizliğimden bir halt yiyemiyorum. ama neden karşıma çıkarıyorsun bunları yaa, ibret olsun, gaz gelsin diye mi? gaz falan gelmediği gibi hepten kafamı duvarlara vuruyorum! ve yine o gıf..
daha çok yayınlarsın bunu sersem kafa, çoook !

Pazartesi, Ağustos 25, 2014

mesaj iletilmiş :)


bu yazıyı okuyan sevgiliye;
evrenin aracısı olabilirsin, görev kutsaldır. anneler günü geçti diye üzülme, yıldönümümüz yaklaşıyor. hem sebebe de ihtiyacın yok bence, var mı yoksa :P
 175'lik deri olanlar tercihimdir :))

demiştim!
duydu :))

Cumartesi, Ağustos 23, 2014

acı çikolata

     ah sevgili laura esquivel. neden daha önce tanışmadık ki senle? öyle içine çekti ki beni yazdıkların, birebir tita oldum sanki. her duygusunu yaşadım. öyle bir tat bıraktı ki, hiç acı değil bilesin..

     tita ağlayarak doğmuş. yo yo her bebek ağlar da tita'nınki farklı. annesinin karnındayken doğradığı soğanlar ağlatırmış onu ve doğarken öyle çok ağlamış ki mutfak, masa heryer gözyaşlarıyla kaplanmış. hatta gözyaşları buharlaşıp kuruyunca kalan tortular torbaya konmuş ve 5 kiloluk tuzu uzun süre yemeklerde kullanmışlar.

     tita ve pedro evlenmek istiyorlar fakat geleneklere göre evin en küçük kızının ölene kadar annesine bakması gerekiyor, evlenmesi yasak. yine de istemeye gittiklerinde anne tita yerine ablasıyla evlenmesini öneriyor pedro'ya. kabul diyor pedro. yo yoo kızma, hepsi tita'nın yakınında olabilmek için. düğün yemeklerini ve pastalarını dahi tita yapıyor ve o günden sonra yaptığı yemeklerin tamamına ruh hali katılıyor. bazen hüzün, bazen nostalji ve çokça varlığını hissettiğimiz tutku ve aşk. mesela pedro'nun hediye ettiği güllerden tita yemek yapıyor ve yiyen herkes şehvetten kıvranıyor.aralarındaki büyük aşk ve kavuşamadıkça büyüyen tutku iç yakan cinsten. absürdlükler ve abartılar çok kıvamında, öyle güzel yedirmiş ki hikayeye hiç batmıyor ve ilgiyi sürekli üzerinde tutuyor. parfümün dansı'nı andırdı bana bu yönleriyle.
geleneklerin ve baskının bir insanın hayatında neler yapabileceği, başkalarına göre yaşarsan nasıl elinden kayıp gittiği.. daha fazla anlatıp tadını kaçırmak istemem. çok zevkle okudum.
ve çok çok sevdiğim bir alıntı;
büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. ama tek başımıza bunu yakamayız. deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. örneğin oksijen sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. mum alevi ise güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. bunlardan biri parlamaya neden olur. ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. bir an yoğun bir heyecan hissederiz. içimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. bu duyguyu yaşamak isteyen herkes kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. yani başka türlü söylersek bu yanma ruhumuza enerji verir. bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. o zaman ruhumuz bedenimizi terk eder.

ve müziği, ojos de juventud, ilk karşılaşmalarında çalan vals. sonrasında, öhm, spoi verme! ha filmi de varmış, ennn kısa zamanda izlenecek!

bu da tanıtımından;

Yemek pişirerek, yemek yiyerek, yemekler aracılığıyla aşk ilanı, tinsel ve tensel iletişim gerçekleşebilir mi? Laura Esquivel, "Acı Çikolata" ile, içinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan bu romanla bu iletişimin gerçekleşebileceğini kanıtlıyor. Yüzyıl başlarında Meksika'da devrim, eski kolonyal toplumun son kalıntılarını temizlerken, aile geleneğine göre evlenmesi olanaksız, ama buna karşın Pedro'ya delicesine tutkun Tita, yemek yapmayı aşkının iletişim aracına dönüştürüyor. Laura Esquivel bu olanaksız aşkı yemek ve kocakarı ilaçları tanımlarıyla dile getiriyor ve sarsıcı, büyüleyici bir dille bu aşkın ezgisini yaratıyor; yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam fesleğen, romanın her satırından fışkıran yakıcı aşkın simgesine dönüşüyor. Yazarın ironik, neşeli ve yumuşak bir dili var; yaşam sevgisi ve tensel aşk bu dil içinde büyülü gerçekliğe bağlanıyor. Hiçbir kadın yazar, kadın dünyasını bu düzeyde dile getiremedi. Kısa zamanda on beş dile çevrilen ve yazarın senaryosuyla sinemaya aktarılan, filmi ülkemizde de büyük ilgiyle karşılanan "Acı Çikolata", başta Meksika ve ABD olmak üzere yayımlandığı her ülkede satış rekorları kırdı. Bir kez okumakla yetinemeyeceğiniz bir roman.

Perşembe, Ağustos 21, 2014

n'olur n'olur n'olur


ilkokulda kalk, ortaokulda kalk, lisede kalk, üniversitede kalk(tamam biraz yatmış olabilirim), iş hayatı kalkoğlu kalk! yeter yaww. yatmak istiyorum, kalkamıyorum ben tamam mı! yo yoo, 11-12 değil hayalim. sadece 9 gibi gerinerek, tebessümle esneyerek, kendi kendime, rahat ve geniş kalkmak. yazın açık camdan gelen hafif rüzgarda, kışın sıcacık yorganımın altında, mis kokan çarşaflarda. hepsi bu..
bu görseli koymadan duramadım, zira çok kıskandım çok!!!

Perşembe, Ağustos 07, 2014

ULUSOY REZALETİ

6 ağustos 2014 18:00 25-26 numara ULUSOY  ünye- istanbul yolcusuyuz. muavin beklerken soför inip koyuyor bavulları bagaja, allah allah. araba hamam gibi, klima çalışmıyor.koltuk mesafesi korkunç, uçaktaki sıkışıklığı ararsın, ekran koymuşlar önümüzdeki koltuğa ama çiftlere özel, benimkinken ses gelmiyor, emre'de kanal değişmiyor. onun ekrana takıp benim kulaklığın iki ucunu paylaşaraktan benimkinden izliyorum, çok romantik. otobüs değil sanki dolmuş, çarşamba, tekkeköy, samsun, kavak, merzifon her yere girip yolcu alıyoruz. fena mı gezmiş oluyoruz işte, ne otogarlar yapılmış yurdumun güzel yerlerine. ha bu arada muavine benzer birini alıyoruz samsun'dan, ama çay falan bekleme sakın, arabada su ısıtılamıyor, şişşşt arızalı. merzifon'da yoldan birini alıyorduk sanırım, araba kalakaldı, çalışmaz. çok profesyonel şahane şoförümüz 10 dakika uğraştı sanırım, çalıştı. kimsenin bize izahat verdiği falan yok tabi, sus otur. sordum tabi dayanamadım, çok normal birşeymiş gibi; arabanın beyni arıza yapmış, aslında otomatikmiş, bazen manuele geçiyormuş ya da tersi oluyormuş, basit birşeymiş yani, amann nolcak, allahın izniyle birşeycik olmazmış. o gerzek adam bir daha duramam korkusuyla 2 kez kırmızı ışıkta geçti, biçilebilirdik! osmancık tesisine girerken yavaşlayınca araba yolda yine duruverdi, birkaç dakika çalıştıramadı, biraz geride dursaydık biçilebilirdik! oradaki yetkiliyi bulduk, başka araç bulun bize, bekleriz, bununla gidemeyiz dedik, adam operasyonu aradı, bekledik derken cevap geldi. volvo uzaktan otobüsleri takip edebiliyormuş, yarım saat arabayı durdurup şok mu yapmışlar ne, şu an hiçbir arızası yok, gönül rahatlığıyla binebilirsiniz. bindik! az önce müşteri hizmetleri bana ne itiraf etti dersiniz! sadece nerede olduğunu takip edebiliyormuş volvo araçların, arızayla ilgili hiçbir işlem yapılamıyormuş.  bizi ayak üstü yemişler. duuur, daha bitmedi. diğer şoför nerede? bu manyakla mı gidicez hep biz? geliyor yaaa, istanbul'dan aynı vakitte yola çıkmış, karşılaşınca Gerede civarında alıcaz, hiç canım şurası, Bolu Gerede. hem yanında yedek parça da varmış. otogara gidecek dendi araç, ısrarla sorduk, basın exprese gidiyor mu diye, yok gitmez. iyi tamam, bizi almaya şantiyeden adam geldi bekliyor otogarda, çok bekleer. alibeyköy'de bu otobüs otogara gitmez, yandaki otobüse geçiniz. sabah sabah kamera şakası mısınız? indik, eşyaları indiricez, bizim koli parçalanmış, ne akmışsa üstüne. eee bu araba nereye gider? basın exprese! allahım geri bindik, bizim alacak adamcağızı oraya yönlendirdik. indik! inanılmaz ama indik. peki kabus burada bitti mi, bitmediiiii. 3 bavulumun 3'ü de sütle yıkanmış, içinde ne var ne yoksa artık kusmuk gibi kokan bir süte bulanmış. bir daha içebilir miyim bilmiyorum, o denli tiksindim! kıyafetler yıkanır da kitapları görünce o halde sinirimden bağıra bağıra ağladım. ULUSOY benim için bitmiştir! önüme gelen her yerde bu yazıyı yayınlayıp kötü reklamınızı yapacağımdan da emin olabilirsiniz. insan hayatı bu kadar ucuz mu, bu sadece bizim memlekete mi özel, beynim durdu, nutkum tutuldu, hırsımı alamıyorum