Çarşamba, Ağustos 19, 2009

uzun diye okumazlık etmeyin, çook güzel

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi,hep evdeydi.Heryere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.Annelerimiz bu durumu bildiklerinden,kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik.Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.Kısacacı evine girip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdikavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; bilmem kaç kuruşhepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.Evlerimiz var içinde yaşayan yok. Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok.Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.Ben kapılarında '' vale '' lerin, '' bady '' lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istemiştik? ..Yoksa hak mı ettik?

kalanlar için...

İki Gezgin Melek, geceyi geçirmek için oldukça varlıklı bir ailenin evinin kapısını çalmışlar. Aile, pek kaba bir üslupla,meleklere yatacak yer olarak koca malikanenin konuk odalarından birini vermek yerine, soğuk bodrumundaki küçük bir köşeyi göstermiş. Melekler buz gibi odanın soğuk ve sert zemininde kendilerine yatacak bir yer hazırlamaya çalışırken, Yaşlı Melek duvarda bir delik görmüş ve kalkıp deliği onarmaya girişmiş. Genç Melek, Yaşlı Meleğe bu hareketinin nedenini sorunca, Yaşlı Melek hafifçe gülümsemiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir...Sabah malikaneden ayrılan melekler, gece bastırınca bir kez daha kalacak yer bulmak umuduyla, bu defa çok fakir bir çiftçi ailesinin kapısını çalmışlar. Son derece misafirperver olan fakir karı koca, sofralarında ne var ne yoksa meleklerle paylaştıktan sonra, onlara rahatça uyumaları için kendi yataklarını vererek yanlarından ayrılmışlar. Sabah güneş doğduğunda,melekler zavallı karı kocayı gözyaşları içinde bulmuşlar: Yegane geçim kaynakları olan tek inek de tarlalarının ortasında cansız yatmaktaymış. Genç Melek bu sefer iyice öfkelenerek Yaşlı Meleğe isyan etmiş: Bunun olmasına nasıl izin verebildin ?! O varlıklı kaba adamın herşeyi vardı ama sen kalktın ona yine de yardım ettin. Bu iyi yürekli fakir ailenin ise o tek inekten başka hiçbir şeyleri yoktu;buna rağmen onu bile paylaşmaya gönüllü oldular. Ama sen o ineği de yitirmelerine izin verdin!? Bunun üzerine Yaşlı Melek, Genç Meleğe dönerek şu cevabı vermiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir. O zengin malikanenin bodrumunda kaldıgımız gece, duvardaki deliğin dibinde külçe külçe altın saklı olduğunu farkettim. Malikanenin sahibi bu kadar açgözlü olduğu için ve kendisine verilmiş şans sayesinde edindiği zenginliğin bir parçasını bile paylaşmaya yanaşmadığı için, ben de o deliği öyle bir kapatıp mühürledim ki artık arayıp bulsa da açamaz ve devam etmiş: Sonra, dün gece biz çiftçi ailesinin yatağında uyurken, Ölüm Meleğinin o çiftçinin karısını almaya geldiğini gördüm. Ben de onun yerine Ölüm Meleğine ineği verdim. Yaşlı Melek, gülümseyerek bir kez daha eklemiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir. Bazen, işler istediğimiz gibi sonuçlanmadığında, aslında bizim de başımıza gelen tam da budur işte. Eğer inanıyorsanız, yapmanız gereken şey sadece, her sonucun her zaman sizin lehinize olduğuna güvenmektir. Bunun böyle olduğunu, ancak belirli bir zaman sonra öğrenebilecek olsanız bile Bazı insanlar, Hayatımıza girerler ve çabucak çıkarlar.. Bazıları ise, Dostumuz olur ve bir süre orada kalırlar..

damla&murat mutluluklar...













o ki...






çok güzel bir düğündü. gerçi bizden az kişi katılmıştı ama olsun. o ki özlem'i gördüm ya en önemlisi buydu. çok özlemişim gerçekten de. birkaç günü birlikte geçirebilmeyi çok isterdim, ama eylülde geleceklermiş, artık o zamana kaldı. 2003'te evde kaldığım ve çok bunaldığım zamanlardı. samsun'a gittik kalmaya birkaç günlüğüne. o zaman keşfettik birbirimizi :)) çoook eğlenmiştik birlikte. annemlerle 51 oynuyorduk, sonra kendimizi sokağa atıyorduk (sebeplerimiz vardı :)) gülmekten bitkin düşüyorduk sabaha kadar. sonradan figen ve damla da gelmişti ama bizi hiç anlamamışlardı, espriler onlara o kadar da komik gelmemişti. salaklar!!!
o ki'yi o zaman tanıma fırsatım olmuştu, kuzeniz halbuki, ne kadar da geç kalmışız! özlem'i en iyi anlatacak kelimeler samimiyet ve içtenlik. seni sevdiğini ya da sevmediğini anlarsın. çok da muhabbettir. kafalarımız uyuşur. o yüzden de birlikte çoook eğleniriz. bunları okumasan da -ki okuyacağını biliyorum- zaten hakkında neler düşündüğümü biliyorsun sevgili kuzen. gelmeni dört gözle bekliyorum. bu arada kızımın da hemen kanı kaynadı teyzesine, kendini nasıl da bıraktı omuzuna...
hamiş: bora'yı da yakından tanıma fırsatı bulursak hiç fena olmaz. gerçi özlem'in hayatını geçireceği kişi nasıl olabilir ki...

bu da badecik

damla'nın düğününde tanıştık bu fıstıkla. öyle sıcak kanlı, öyle tatlı ki. durup durup eylül'ün elini tuttu, onunla oynamaya çalıştı. kuzu da onu çok sevdi, sarılıp durdular. sahnede birlikte oynadılar...

başımda kafam var

teyzesi tatilde görmüş, ooo zamzamzam

şampiyon...

o kadar politik ki, nasıl işine geliyorsa öyle davranıyor. babası kuku vericek diye penerli oluyor, teyzesi dergi vericek diye beşiktaşlı. korkarım bu gidişle cimbomlu olacak.