daldan dala atlayan bir yazı olacak, zira notlarımı yazıya döküyorum. tüm dersi yazıya dökebilmeyi isterdim ama maalesef.
sineklerin tanrısı (1954)
william golding
adadaki çocukların yaş gruplarından başlayalım, 6-13 arası. yani kafalarının en karışık olduğu zamanlar çocukların. en büyükleri ralph ve jack 13 yaşlarında. peşlerinden gelen tayfa 6-8 civarı, cahil kitleleri simgeliyor. yönlendirilmeye açık, kolay ikna edilen. üzerlerindeki askeri ve dini kıyafetler de dini ve askeri değerlerin cahillerin üzerine kolayca tesir ettiğini gösteriyor.
yazar bir eğitimci. ve psikolojiyle çok ilgili. freud'un buzdağı metaforu adada devrede. süperego toplumda var olmamızı sağlayan kısım, ahlaki ve toplumsal kurallar. süperogoyu ilk oluşturan ailedir. id ilkel benlik ve ego da bu ikisi arasında dengeyi sağlayan kısım. ego gerçeklik ilkesiyle çalışıyor. domuzcuk ve simon süperogoyu temsil ediyor, jack ve roger id'i ve egoyu da tabi ki ralph. ralph ikisi arasında dengeyi sağlamaya çalıştı hep. ama sonunda id > süperogo kaldı ve sonuç karmaşa.
şeytanminaresi demokrasiyi temsil ediyor. onu lidere veriyorlar ve eline alan konuşma hakkına sahip oluyor.
domuzcuk azınlıkları temsil ediyor. fikir üretirken entellektüel kesimi, konuşma ve şivesiyle toplumun alt kesimini. bu yüzden de sürekli alay edilen kişi.
gözlük bilgeliğin sembolü; tüm fikirleri üreten kişinin takmasının yanısıra bilgi ile ateşi yakıyorlar, aydınlanıyorlar.
adaya geldiklerindeki tanımlamalarına bakarak adanın cennetin tasviri olduğu, dünyanın cennetin kendisi olduğu ve sonunda dünyayı cehenneme çevirenin insanın ta kendisi olduğu düşüncesi var.
mercan adasından esinlenerek yazılmış. orada bir ütopya var ve bu tam tersi bir distopya, yani kötü dünya tasavvuru.
akla getirdiği şeylerden biri; kötülük doğuştan mı gelir sonradan mı ortaya çıkar? kötülük nedir? kötü olmadan iyiden söz edebilir misin? toplumdan topluma değişen birşey, ya da zamanla değişen birşey için kesin bir hüküm verilebilir mi? kötülük ve iyilik toplumsal kavramlardır.
yazar 2. dünya savaşını, atom bombasını yaşamış. hitler çıkış noktası. otoritelere nasıl bu kadar sadığız!
hitlerin bir komutanından söz etti, ona demiryolu ağı inşa ettiriyor. adam tam bir deha ve işini kusursuz yapıyor, hiç aksaklık yok. savaş bitince adam da yakalanıyor ve mahkemede 6 milyon insanın ölümünden sorumlu olduğu söylendiğinde 'emir aldık' diyor. mahkeme salonunda izleyicilerden biri olan hannah arendt yazdığı kitabında buna değiniyor. kitabın adı 'kötülüğün sıradanlığı'.
bir deneyden bahsetti hoca o akşam; arada cam bölme olan bir odaya denekler konuyor. bölmenin ardındaki kişiler aslında bilerek konmuş kişiler ama denek onları da kendi gibi denek sanmakta. deneklere çok para teklif ediliyor ve bir sözleşme imzalatılıyor. deney şöyle; deneğin önünde sorular var ve cam bölmenin diğer tarafındaki kişiye bağlı olan bir mekanizma, üzerinde küçükten büyüğe sıralanan düğmeler ve atıyorum 10 volttan ölümcül miktarda volta kadar çıkan elektrik akımı veriyor. yanlış cevap verdiği her soru için alçaktan başlıyor ve yükselerek akım vermeye devam ediyor. bölmenin diğer tarafına elbette elektrik gitmiyor ancak gidiyormuş gibi yapıyorlar ve denek buna inanıyor. cam bölmenin ardındaki kişi soruları bilemeyip çektiği acı arttıkça denek rahatsız olmaya başlıyor ve itiraz ediyor. ayrılmak istiyor. çok para verdik sana ayrılamazsın cevabını alınca devam ediyor. daha arttıkça daha çok itiraz ediyor, sözleşmemiz var bozamazsın cevabını alıyor ve devam. ölümcül doza yaklaştıkça itiraz büyüyor ama karşıdaki kişi bağırıp çağırmaya hakarete başlıyor. otoritesini net koyunca denek paşa paşa devam ediyor sonuna dek. ve bu deney dünyanın pek çok yerinde yapılıyor. sonuç 10 kişiden 6,5 kişinin altına inmeyecek şekilde otoriteye bağlı kalınması! daha da ilginci aradaki cam bölme yerine duvar konunca oran daha da artıyor! güçlü otorite varsa öldürme potansiyeli bile çıkabilir ortaya..
başka bir örneğe geçti oradan; marina abramoviç'in yıllar önceki performansına.
Gösteri 1974’te Napoli’de gerçekleşmişti. Abramović, önünde 72 nesnenin bulunduğu bir masada ayakta duruyor ve seyircisinden masaya koyduğu nesnelerden herhangi birini onun üzerinde denemelerini istiyordu. Masadaki objeler arasında gül, tüy, parfüm, bal, ekmek, üzüm, şarap, makas, neşter, çiviler, metal çubuk ve mermi yüklü bir silah vardı. Performans, altı saatin sonunda tam anlamıyla kan ve ter içinde sonlandı. Abramović’in daha sonra açıkladığı gibi: “Öğrendiğim şey şuydu… eğer kendinizi izleyiciye bırakırsanız sizi öldürebilirler.”
bu performansta saatlerce hiç birşey olmuyor. bir müddet sonra izleyicilerden bir saçını kesiyor, diğeri gülün dikenini batırıyor derken... o ince çizgi aşılınca.. kadın neredeyse tecavüze uğrayacakken performans bitiriliyor. işte jack'in domuzu öldürmesi de burada ince çizgi. önce hayvana elindekini batıramayıp kaçıran jack, öldürmeyi becerince gücü de eline alıyor.
roger bir sahnede ufak taşlar atıyordu çocukların arasına o sırada ralph iktidardaydı. iktidara jack geçince ise kocaman kayaları devirmeye başladı çocukların üstüne çünkü faşizm devreye girdi.
max weber'e göre karizmatik ve otoriter olmak üzere 2 tip lider var; karizmatik olanı ralph temsil ediyor. güzel konuşan, fikir alan ve uygulayan, karşısındakine değer verdiğini gösteren lider modeli. otoriter olansa tabi ki jack; alt kültürden dogmaları kullanan, hedef koyan, vaat veren ancak gerçekleşmeyince suçu diğer kesimin üzerine atıp kendi kitlesine faşizm ürettiren, düşman eden model.
yüzlerine jack başa geçince sürdükleri boyalar bir çeşit maske. başka bir kimliğe bürünmek, bu ben değilim demek amaç. ve soyunmuş olmalarının da bir sebebi var. kötülüğün legalize edilmesi kıyafetle olamazdı, ilkel benliğe bir vurgu var.
adada sadece erkek çocukların olmasına gelirsek, insanı anlatmak için tek tip kullanmalıydı, cinsiyet o yüzden kullanılmamış.
adaya denizden gelmişlerdi. yani deniz anne karnının temsili.denizde ölen simon'un günah işlemeyen tek kişi olarak anne karnına dönmesi..
ve sonunda gelen asker! oyun mu oynuyorsunuz sorusunda oraya kasıtlı bırakılıp gözlendikleri, hatta 'britanya'dan gelen çocuklardan daha iyisini beklerdik' gibi bir cümle ederek bunun belki de bir deney olduğu şüphesi doğuyor. zira adanın bir kısmına gidemediklerini hatırlıyoruz, belki de burası bir yarımada ve diğer tarafta bu deneyi gerçekleştiren askerler var, neden olmasın..
bunca şeyi konuştuktan sonra nasıl bir altyapıyla kitap yazdığını gördüğümde yazara saygım kat kat arttı. ve ben kitap okumuyormuşum, net!