Salı, Kasım 30, 2010

kaçamakkk







bir A4 yarısı doldurmaktan geçer keyfe giden yol. o yol ki içi kıpraşarak dolaştırır 3'lüyü galata sokaklarında.  sadece yemeğe çıkmak bende hep gitmem gereken bir taksim olduğu duygusunu silememişti, kaçamağa dek!!
taksim'de çalışmaktan zevk almamın miladı desem!

2 çocuk, 1 yetişkin

insan kaptırınca kendini, kimin için oynadığını unutunca çıkıyor bu görüntüler ortaya. kuzuyla birlikte başladık çiftlik yapmaya, baktık ki sevgiliyle kaybetmişiz kendimizi. vahşi hayvanlar bir tarafa, çiftlik hayvanları diğer tarafa. ona yalak da yaptın mı? burada da çiftçiye oda. kuzu bir tarafta bizi izliyor şaşkınlıkla. "ne yapıyor bu deliler? çocukluklarını yaşayamamış zavallılar, bırakayım da doysunlar"
o maviler ne mi? tabi ki filin kolları!!!

Pazartesi, Kasım 29, 2010

oooff, off

yan yana iki kafa! biri mutlu, diğeri mutsuz. kendi çizdi. gözümün önünde. bu niye mutsuz dediğimde öylesine, bu yazının sebebi döküldü dudaklardan;
-bu mutsuz, çünkü annesi yok!
-hımmm
-niye yok, çünkü annesi işe gitmiş!!
-eee?
-annesi gidince çok mutsuz olmuş!!!
kendime gelmek için içeri gidip geldiğimde mutsuz ağzın üzerinde mutlu bir ağız çizgisi;
-ne oldu buna kuzu?
-annesi işten geldi, artık mutlu!
-annecik ben işe gittiğimde sen çok mu mutsuz oluyorsun?
-hayııır, olmuyorum
e iyi de ne demeye bütün bunlar. 2 yıldır rahatlayamamış vicdanım tavan yapsın mı istedin! yaptı!

Perşembe, Kasım 25, 2010

ayna ayna

hey hayat! sen daha bana neler göstereceksin bilmiyorum ama bu günlerde bir korkuyorum ki sorma. 9 günün ardına mı tüm bu delilikler. oh ne güzel beraberdik ya derken ben, şükrederken, o  daha fazla yok mu, yetmedi modunda olduğundan mıdır hepsi. anlamaya çalışıyorum, çalışıyorum,  çalışıyorum. benim kuzum bu değil, herşeye ağlamaz, mızıklanmaz, her an viyaklamaz, gözümün içine baka baka dediğimin aksini yapmaz. mutlaka bir sorun var! zaten eğer bir sorunu yoksa ve kuzu önümüzdeki günlerde böyle olacaksa benim çoook sorunum olacak demektir ama sabrım kalır mı ayrı mevzu. insan limonlar neden ekşidir diye ağlar mı? deli! her lafıma küserek hassas hanım, hışımla odasının ışıklarını yakıp, kapıyı küüüüt diye yüzüme çarpıyor. sonra da arkasına geçip surat beş karış, kollar kavuşmuş göğüste. cık cık cık!!! yüzünde sivilceleri de olsa ergenlik çağında genç kız dersin.
ama ne olursa olsun, küsse de, bağırışsak da hep bacaklarıma yapışık, hep dibimde, sarılmaya hazır bekler buluyorum onu. "tamam tamam, gel annecik, sarıl bana herşeyim" dememi bekler halde hep. kafasını bir koyması var ki omzuma, iç çeke çeke.
dün akşamdan;
-annee, babalar erkek olur di mi?
-evet annecik, anneler de kız
-anne ben de kızım, birilerinin annesi miyim?

burada koptuktan sonra yeniden bağlanıyoruz;
-büyüyünce sen de anne olacaksın annecik
-ben büyüyünce senin gibi olmak istiyorum!!!
-nasıl? :)
-senin kıyafetlerini giymek istiyorum
- :)
-senin gelinliğini giymek istiyorum, çantanı takmak istiyorum
- :))
-senin aynana bakmak istiyorum
ben de herşeye senin güzel çocuk aynandan bakıyorum 3 yıldır. lafı mı olur annecik : p

Çarşamba, Kasım 24, 2010

isyan






başkasının bilgisayarından ancak bu kadar oluyor.şirketin  bilgi işlem bölümünü kınıyorum!!! yaaaa..........

Cuma, Kasım 12, 2010

istanbul'da sonbahar...






bayramda da hava böyle nefis olsa! içimiz kıpır kıpır gezsek! 9 gün 19 gün gibi gelse!
mutlu, huzur dolu bir bayram olsun inşallah, herkese :))



Çarşamba, Kasım 10, 2010

çook uzun olacak, dikkat!

evvettt, hazırız! kocaman bir hafta sonu var yazılacak. hem de ne kocaman. "allahım hafta içinden yarım saat daha fazla uyumuş oldum hafta sonu, saat yedi,  yuppiii" modundayım, polly!!! kargalar mamasını yemeden biz geçtik mutfağa. elimizde bir ekmeğe, bir kaşara batan çeşit çeşit kalıp. üzerine reçel, pekmez, zeytin derken. doğumgününden kalma kürdanlar yerlerine. aaa, ikimizi yapalım! evet evet!!
"anneeee kalp şekerleri de koyalım mı?"
tamaaam, da nerede?
eliyle koymuş gibi bulur, çoktan keşfetmiş yerlerini. her bir parçayı koyduğumuzda lalalalalala diyerek dans etti maymuncuk.

benim ayağımı yerken ne çok güldü zilli!
gözlerinde apayrı bir gülümseme, sürekli yanağımda dudaklar, boynumda kollar. ne çok özlemişiz başbaşa kalmayı, içim kıp kıp kıp!


aklımdan çıkmış tamamen, ayşegül ablanın sevimli hediyesi. ince kız vesselam, bayıldı kuzu!
atladık arabaya, doğru yeni açılan torium'a. ama içeri girmemizle 5 dakika içinde dışarı çıkmamız bir oldu. sevmedik, soğuk, itici geldi. rotamızı bakırköy'e çevirdik. yolda "ne görüyoruz" oynadık. ah neler görmedik ki. sonra şarkılar söyledik, ah neler söylemedik ki. benim halet-i ruhiyem ona mı yansımıştı, yoksa onunki mi bana. yoksa güzelim güneş mi doldurdu iki terazinin içini deli gibi heyecan ve mutlulukla bilemedim.

oyuncakçıdan hemen bir yapboz patlattık önce. sonrası sihirli eller. dedik ama çişim geldi diyerek çıktı önce. sonra ağzından çıkardı baklayı; "ben oradaki ablalardan utanıyorum, gitmek istemiyorum"
hayııır!!!! bu da nereden çıktı. çıktı işte! şimdi ne yapmalı? zorlamamalıyım, evet evet. hayır hayır. bugün girmezse hiç girmez bu kız. allahım çıldıriciğiiim. acıkmış, yemek yedik. burada hemen yazmalı, "birlikte bir yerlerde yemek seçmek, konuşarak beklemek, afiyetle yemek. bunların beni deli gibi mutlu etmesi normal mi? değil mi? olsun ediyor, ediyor işte.
"eylül bak, sihirli ellere şimdi girmezsen bir daha hiç giremezsin, getirmem seni!"
"tamam, hiç gelmem bir daha, girmiycem"
allahım sen yardım et!!!
amaa allem ettim, kallem ettim, kuzuyu oraya soktum, gönül rızasıyla. ikna kabiliyetim acayip :))
zilli sonra da çıkmak istemedi. bunlar uzaydan mı gelme?
dönüş yolunda bu güzel günü hemen bitirmememiz gerektiğine karar verdim.  kıpırtılar hala öyle çoktu ki. eski evimizin parkına gidelim dedi, başka birşey demedi. iyi annecik, evimize uğrayıp birşeyler alalım o zaman. yolda tepe home çarpınca gözüme orayı da bir tırtıklamadan geçmeyelim dedim. biraz da bana çalışmak lazım ama. orada gezerken sadece bana eşlik etmek için neye baktıysam baktı, beğendi, güldü, benimle gezdi. önemli olan sadece birlikte olmamızdı. sanki kendince benim gönlümü yaptı. çok büyüdün annecik sen, korkuyorummmm...
evimize gidip termosumuza ıhlamur, cebimize de biraz kuru üzüm koyarak geldik emektar parka. öyle güzel havada in cin top oynuyor, ilginç.
biz gönlümüzce eğlendik yine. tıkınmayı da ihmal etmedik.


evimize döndüğümüzde parmak boyaları çıktı ortaya. ciltten suyla çıkıp kumaştan leke sökücüyle bile çıkmaması ne çıldırtıcıdır bu boyanın.
bu pisliğin üzerine kocaman kremalı köpüklü bir banyo. en uzunundan, en birliktesinden. yata yata, güle oynaya. üzerini giydirirken;
-anne sana birşey söylemek istiyorum ama gülersin
-tamam annecik söyle, gülmiycem, söz!
-benimle banyo yaptığın için teşekkürler!
oy ben o ağzı nasıl yerim, severim, öperim. ama gülmem! :)))

kitabevine gittiğimizde hep birkaç kitap fazla alıp zula yaparım ben. yeri gelince ortaya çıkarıp "sürpriiiiz" yapabilmek güzel. koyun russell da zuladaydı, çıkarıverdim aniden. en çok da ben bayıldım desem. çizimler o kadar güzel, hikaye o kadar tatlı, ayrıntılar öyle komik ki! bir tane daha alıp saklasam mı acaba dediklerimden.  

bir türlü uyuyamayan kahramanımız türlü denemeler yapıyor uyumak için. o sırada biz yerlerdeyiz gülmekten.
bu cümleyi her okuduğumuzda kuzu kıkır kıkır;
-russell, kurbağapoposu çayırı'nda yaşıyordu!

çok çok çok tavsiye ederiz, alınız!



cumartesi yetti, yoruldum. pazar yarına inşallah :)


Cuma, Kasım 05, 2010

atlı minik

ünlü :)) oldu benim kuzum. meraklı minikte kendini görünce şöööyle bir baktı. ondan çok etrafındakiler bayıldı. şimdi herkes dergiyi alıp saklamak peşinde. yahu ben o atı yaparken gördünüz, atla fotoğrafını da çektim koydum. e yani dergide küçücük çıkmış halini mi sevdiniz, anlamadım ki? görmemişin kuzusu olmuş
:p

tabii ki dergiyle de fotoğrafını çektim kuzumun ama makineyi getirmeyi unutunca, off kafa mı kaldı...

güne güzel bir müzik! deli anne aklıma getirdi (tşk)
 buyrun dinlemeye

Perşembe, Kasım 04, 2010

çok yaşlandın çoook

kader ağlarını öyle örer ki bazen, sen de bilemezsin neyi neden yaptığını. hiç alakasız bir kursa gidersin mesela. tatlı ve genç bir öğretmenin olur. sonra annen gelip o öğretmeni çok beğenip kuzenine beğenirse ne olur? samanlık seyran!!! en unutulmazı nişanlısının onun adını hatırlamak için tül ve aya bakıp, tülay mıydı yoksa aytül mü diye düşünmesidir :p
ailemize girip tamamen bizden olan nadir insanlardan. bizim için bir abladan farksız. iki fıstık dünyaya getirerek bizi çoook mutlu eden ve gördüğüm en iyi annelerden.  hiç çekinmeden evinde kalıp yemenin içmenin gözüne vurduğumuz, espri kaldıran, çok sevdiğim ve çok özlediğim özel biri.
iyi ki doğdun ...... :)))
sakın bunları okurken ağlama, ısırırım haaa...

Çarşamba, Kasım 03, 2010

rengarengarenk

yine doktor seti istedi, yine dayanamadım aldım. bu sefer önlüklü. daha bir konsantre ediyor sanırım. evdeki herkesten önce aşkı winnie muayene edildi. zilli kuzum benim, doktor olursan çoook çalışman gerekir, emin misin?

tabi aşçı da olabilirmiş. ama tutulur mu bilmem. kahvaltıda komposto, çilekli ve zeytinli pizza ???



rengarenk dünyanı birkaç renge sığdırma olur mu annecik. kocaman hayal dünyan küçücük çantalara sığmasın. banyon hep kremalı köpüklü, kahvaltıların çilekli pizzalı, tuttuğun takım bucucu, misafirlerin dora ve ginger olsun. olur mu???

Salı, Kasım 02, 2010

eti çocuk tiyatrosu bizim için sundu; PİNOKYO

pazar günü saftirik fatoş erkenden kalkıp hazırlıklara başlar. yanlarına birkaç yedek kıyafet, kitap, su falan almak lazımdır. kuzu da uyandırılıp hazırlandıktan sonra cicianneye telefon edilir;
-hazır mısınız? gelelim mi?
-hahhahhah, saatini geri almayı unuttun sanırım, biz daha kahvaltı ediyoruz! saat sabahın körü!
sinirinden kuduran fatoş, sinirinin sevgilisine de bulaştığını görünce sakinleşmeye çalışır. gidip dışarıda birşeyler yiyerek kendilerine gelirler.
buluşan eller, kıkırdamalar vardır artık sahnede. kuzu mutluluktan araba yolculuğu boyunca aklına ne geldiyse anlatır cicianneye. ve bildiği tüm şarkılar sırayla beyinlerini delip geçerken, başka şarkı hatırlamasın ne olur diye temenniler sıralanır, yalvaran bakışlarla... 
oyuna biraz erken girilince sude canavarı annesinden aldığı "tezcanlılık" huyuyla ona kan kusturur. oyalarken annesinin burnundan gelen sütleri fatoş gözleriyle görür.


ama oyun başlayınca herkes normale döner. çünkü oyun çoook güzeldir.
pin pin pinokyo, pino pino pinokyo diyerek çıkılır. herkes çok memnun kalmıştır. en çok da anneler...


dönüşte sahil ve balık vardır.


bir de bu muhteşem manzara :)