Pazartesi, Ocak 31, 2011

içine kaçan kaçana...


peki peki anladık! herşeyi sen bilirsin.
peki peki anladık! herşeyden sen anlarsın.
peki peki anladık! sen öyle diyorsan öyledir.
masayı sen kurabilirsin, yumurtaları kırabilirsin, ayakkabılarını giyebilirsin, banyonu kendin yapabilirsin, saçlarını tarayabilirsin, bıçakla tavuğunu kesebilirsin, ojeni çıkarabilirsin!
sen neymişsin be abi!!!


siz bana karışamazsınız! benim hareketlerime karışmayın! beni rahat bırakın!
bu cümleler bana çok tanıdık geldi. ergenliğe girerken anneme bol bol sarfettiğim cümleler değil mi bunlar?
biraz erken olmadı mı?

****
yazmazsam unutmaktan korkarım, hafıza pek bir balık bugünlerde;

içine bu kez şair kaçmış, haberim yok!

-hep bir derede yüzmek isterdim, hep bir balık olmak isterdim

kapanışa "rakı şişesinde balık olsam" yakışırdı doğrusu : )

Cuma, Ocak 28, 2011

içine pollyanna kaçmış

-eylül, bu kez minnie'nin kurdele dükkanını açalım, başka cd izlemiş olursun
-peki onda doktor daisy var mı?
-hayır, ama başka güzel bölümler var
-İYİ DÜŞÜNELİM, İYİ OLSUN belki onun sonunda da doktor daisy çıkar!
inanılmazsın!!!


Cuma, Ocak 21, 2011

korkunç tırtıl...

telefonda;
-anne fena bir rüya gördüm ben, çok kötü bir kabus gördüm!
-ne oldu annecik, ne gördün?
-yavaş yavaş ilerliyordu, duvarımda ilerliyordu.
-iyi de ne ilerliyordu?
-tırtıl!
-??? :)

mağazada bankonun üzerinde oturan kızına; dikkat et, kardeşin üstüne düşme diyen kadını duyan kuzu;
-bizi kardeş sanıyorlar, çok komik, biz kardeş değiliz ki :))

bir de sude var tabi, takıntı oldu. her akşam eve gittiğimde aynı cümle;
-bu akşam sude'lere gidelim mi anne, lütfeen
biraraya geldiklerinde bırak odaya, saatlerce gitme yanlarına farketmez. aslında işime de geliyor. geçen hafta onlar oynarken okey partisi bile yaptık! sude'nin annesi, çabuk gel!


Pazartesi, Ocak 17, 2011

biz bu hafta...

yine çok eğlendik kuzumla. çırptık çırptık karıştırdık : D

yumurtaları ben kırarım, yaaa sen tutma mikseri ben yapabilirim, kalıplara ben koyarım, oyyyy ne inatçısın!
ama çok kaymaksın. senden de koysaydık ya biraz...

kurdeşen döktü pişene kadar, kaç tane yedi bilmem. lezzeti içine attığı, böyle kalbinden eliyle alıp alıp,  sevgi ve öpücüklerden geldi sanırım.

düştük bebek yollarına. uras bey'e dünyamıza hoşgeldin dedik. ahh özlemişim bebek kokusunu. annesi emzirirken bir hoş oldum, ne günler geçti oyy oy.

sabah yatakta kaç kez seni seviyorum dedi sayamadım. deli bir sokulma, sarılma, sırnaşma. öyle oluyor ki mutluluk sarhoşu oluyoruz sanki birlikte, gözlerimiz gülüyor, kalplerimiz ayna birbirine. ve ben hep şükrediyorum, iyi ki böyle bir mucizeyi yaşattın bana tanrım diye...

Perşembe, Ocak 13, 2011

pinoya öpücükler...

bu öpücükler sana pinocuk. yine çok eğlendik sayenizde. niye mi bu kadar geç kaldık? abone olduğumuzdan beri hep geç kalıyoruz zaten, derginin vaktinde ulaştığı nerde görülmüş, şikayetçiyiz :))




eylül pino'ya sorar;
dev fırtınakuşu eskiden fırtına mı yapmıştır?

Çarşamba, Ocak 12, 2011

Miske Muske Miki Fare

bu aralar en sevdiği resim yapmak. özellikle de çocuk. kulakları biraz büyük olmuşmuş ama olsunmuş, babası işe gitmiş de ondan mutsuzmuş, çocuğun yüzünü karalamamış, onlar sadece çocuğun önüne gelen saçlarıymış, maymun boots'un saçlarını fazla yapmamalıymışsın çünkü çok fazla saçı yokmuş...


bu aralar diğer sevdiği mickey'nin kulüpevi. hep beraber sihirli sözleri söylemeli, sonra şarkısını. lazım olunca, hey bilgiliii. en çok da doktor daisy. hani hep minnie sevilir ya. o da tatlı ama daisy... saçı da ne komikmiş değil mi?
bazen gece yatakta kafamda dönen duran şarkıyı susturamasam da, ben de seviyorum onları izlemeyi. iç karartıcı tv dizilerindense "miki miki faree mikinin eviii"

bu aralar onu rahatsız eden birşeyler de var. doktoruyla ne olduğunu bulmaya çalışıyoruz. halılar, oyuncaklar kalktı, toz olabilir çünkü. oda bir acayip ki sorma. sıcacık, yumuşacık odası soğuk ve sevimsiz geliyor gözüme bugünlerde. malum damadı da kaldırdım odadan, tepkisi çok hoştu;
-ama anne, winnie çok akıllı bir ayıydı, niye kaldırıyorsun. hem oralarda canı sıkılır :(((
biliyorum üzülüyorsun annecik ama bu konuyu çözmeliyim, öksürük gitmeli...


bu aralar bir kudurma, bir dans, durdurabilene aşkolsun. söz de müzik de anlık uydurma...

bu aralar bir soru takıldı dilime, çünkü bayılıyorum, kimi görsem anlatıyorum.
"balıklar denize çişini yapar mı?"
cevabı öldürdü bizi!
söyleyememmm...

Cuma, Ocak 07, 2011

geldikçe geliyor aklıma, biraz daha ekleme yapmalı;

oyuncaklarımız taştı, ottu, topraktı. elbisesini kendim dikerdim bebeğimin, ya da çalışırdım diyelim, en uyduruğundan.zaten bir bebek falan  alındı mı deliye dönerdik. bakmayın benim kuzunun winx'lerden barbie'lerden hoşlanmasını istemediğime. bir cindy gelmişti bana istanbul'dan, şimdi tek taş alsan ancak o kadar sevinilir

bayramlıklar (herkeste olduğu gibi) geceden başucuna serilir, içinde nasıl bir kıpırdama, nasıl bir heyecan varsa uykuya dal dalabilirsen.

köşe kapmaca, yakantop, ip atlama,  mendil kapmaca, kavunkarpuz, yağ satarım bal satarım falan vardı, hala var mı?

tadeşimi futbol maçından söküp almaya çalışmam vardı, okula geç kalmasın diye. kardeşim erkek değil!

minik silgilere yazılan aşk itirafları vardı. emoş'a gelmişti de çocuğun ağzına tıkıcaktı neredeyse, ilkokul 1...

yılbaşında hazırladığımız gösteriler vardı, kartondan meyve falan olurduk, şarkılar söylerdik. olacak o kadarı canlandırmıştık bir keresinde, bizi izleyin anacııım :))

azgınlık ya, tığ sokmuştu yanağıma tadeşim. yanağıma danteli yakıştırdı zaar

bir de bu manyak tadeşim kafası kızınca halamlara giderdi kalmaya. ama öyle normalinden değil, valizini toplayıp, günlerce...

merdivenin başından ekmek isterdik annemden acıkınca. ama uzaktan beri, kapıya çok yaklaşmadan. mazallah içeri falan çekerse : p içinde helva ya da peynir olurdu sanırım.

baharda çok güzel açardı bahçedeki vişne ağacının çiçekleri. merdivene ekmek koyardım, kuşların sesleri yakında olsun diye. hımmm, içim kokularla doldu. baharın adı geçse böyle olurum ben hala...

yazın kampa da giderdik biz, çadır kurardık devrent'te. sanki evin önü deniz değilmiş gibi. tabi daha güzel oluyordu hep birlikte. her yıl aynı cümbür cemaat. kapppkara olurduk, öyle böyle değil. karakızlar der hala abilerim bize. akşamları yere düşen çamlar toplanır ateş yakılır, patates, patlıcan, mısır közlenirdi. ateşin başında sıcacık muhabbetler, temiz hava. oradaki gece uykusu anlatılabilir mi acaba? ıııhh...

balık tutmaya giderdik sabahın köründe babamla. tadeşimin şansına oltasına hiç ama hiç balık gelmezdi. o üzülüyor diye babam çaktırmadan dolu olta verirdi de eline sevinirdi kuşum. bir kasa balık olurdu bazen, dağıtırdık tüm kampa.

kertenkele falan vardı bahçede, örümceği, karafatmayı, akrebi saymıyorum. ne hayvan dostuymuşuz, evi ilaçlamaktan anası ağlardı babamın :))

okuldan gelince annem evde değilse hemen diğer kapıları yoklardık. illa ki birine giderdik, çok normal birşeydi bu. şimdi karşı komşunun ismini biliyor musun deseler...

tuvalete gitmeye korkardım korku filmlerinden sonra, hani cuma geceleri olurdu trt1'de, karndeşen jack falan. tadeşimle giderdik. kapıda bekliyor mu beni diye sürekli konuşturmaya çalışırdım. adi, bazen bırakır giderdi beni ya da numara yapardı yokmuş gibi.

o korku filmlerinin birinde kadın yatağa yatarken altından çıkan katil kadını öldürmüştü. yatağa atlayarak girmeye başladım ve en sonunda  atlarken yatak kırıldı :))
bir sabah tadeşimi holdeki halının üstünde, halıya birşeyler fısıldarken bulmuştum. alaaddin'nin halısını uçurmaya çalışıyormuş meğer rüyasında :))

pazarları kıymalı ve çökelekli pide yapardı dedemler fırında.bir de pastırmalı yumurtalı, ama mutlaka yuvarlak. kolide gelirdi kokular saça saça. halamlar pide dolardı, kollarımızdan yağlar aka aka yerdik. beyoş, musti, sepet...yanında turşu kavurması illa. gözümün önüne sıcacık bir loşluk yayılıyor şimdi. barış manço ve pazar sineması izlenirdi o gün, annelerin elinde birer örgü.o pidenin tadını bir daha asla bulamadım...


orta kattayken biz, mutfağın camını aralık bıraktırırdı dedem hep. eve geldiğimizde ilk işimiz oraya bakmaktı, dedem küçük patismanya (pandispanya) bırakmış mı, başka neler getirmiş? hiç unutmazdı bizi, hiç. ölümünden sonra da rüyalarıma girdi çok, pıtır pıtır yürüyüp bize gelişi, gıcılarım gagalarınızı yediniz mi deyişi.

sokaklarda oyunlarla, evlerde komşularla, akrabalarla, cümbür cemaat kalabalıklarla büyüdük biz. yazık ki kalabalık yalnızlığın ortasına attık hem yavrularımızı hem kendimizi. üzülüyorum hem de çok...
yine de mutlu ediyor tüm bunları hatırlayabilmek, ya da hatırlanacak bunca güzel şeyin olması.
poli moduma geçmiş bulunuyorum, güzel bir hafta sonu bekliyor, değil mi?

özgürmüşüz hepimiz...

sevgili pınar ne yaptın sen?dünkü yazından sonra aklıma öyle çok şey geldi ki ! şu eskiden oynadığımız oyunları, çocukluğumuzu yazmak lazım dedim, ne olur ne olmaz kuzulara lazım olur belki birgün (keşke) ...

biz tadeşim'le deli gibi sokak seven ve eve hiç girmek istemeyen tiplerdendik. klasik, akşam ezanı okununca koşarak eve gidenlerden. tabi annem de klasik olduğundan bizim sokağa çıkmamızı, kirlenmemizi hiç sevmezdi. sokak kokuyorsunuuz, çabuk banyoya. şimdi farkettin mi anne, kirlenmek çok güzelmiş aslında.

evin çevresinden çok çok uzaklaşamazdık, korkardık annemden. evin çevresi dediğim de koca mahalle canım. herkes tanıdık, herkes arkadaş!

elimizde kiremit parçası, çizen herhangi bir taş ya da tebeşir nereyi bulsak sek sek. kendimizce koyduğumuz kurallar, geriye sağdan dönmeliydin, parmağının ucu çizgiye geldi, haydaaa

çinçan ve pimpon var tabi, en favori. lastik ya da ip bacaklarda, saatlerce oyna dur. hava çok kötü olduğunda evde de devam edildiği için baştacı. en iyi zıplayan kraliçe olurdu bunlarda. bizim kraliçemiz emoş. kalçalara gelindi mi herkes patlar, emoş kazanırdı.

bahçedeki asma bakkalım olurdu, bana alışverişe gelen müşterilerim vardı tabi. oradan buradan malzeme toplarken ne çiviler ne teller gördü bu vücut. tetanoz aşılarımın sayısını bilmem gerçekten. en fenası da sana birşeyler batmış, canın yanmış ama korkudan annene söyleyemezsin. zaten gördüğünde yediğin fırçalardan acını falan unutuverirsin. sağol anne, acılarımı geçirdiğin için :))

çamur ne kıymetliydi bizim için. envai çeşit mutfak eşyası yapardık. hayalimiz kurutup boyamak, sonra da devamlı onlarla oynamak. ama ne mümkün, kuruyunca çatlardı hepsi. ama yılmak yok, bir daha bir daha.

mahallede ısırgan pek çoktu. oradan oraya koşarken hele de yazsa illa ki yanar o bacaklar. ama her derdin çaresi var. ısırgan kaç otu! ısırganın yaktığı yere bu otu sürekli vurarak geçirmeye çalışırdık. ama sihirli cümle yoksa geçmez "ısırgan kaç, tazı tut" hızlı hızlı söylemelisin, unutma!

cicannemin evinin arkasında boş bir alan vardı. her yıl fındık kapçukları (yani sizin fındığın dışında resimlerde gördüğünüz yeşil koruyucu kısım) oraya doldurulur sonra alınırdı. kapçukların üstüne gayet yüksekten sıra olup atlardık. ne manyaklık! atlayan hemen toparlanır tekrar sıraya geçer. bir keresinde atladığımda dizim  çarpmıştı da dişim kırılmıştı. kimse bilmedi tabi, arka dişti ne de olsa hahhahhah

kar yağdığında kat kat giyinip lahana gibi tüm aile dökülürdük sokağa. yuvarlanmaktan üst baş sırılsıklam. kimse birşey de demezdi hayret. şimdi olsa ay ıslandın, hasta olursun, dikkat et. bahçedeki ağacın dallarına kar topları tuttururduk. belli bir mesafeden herkes aynı hizada yatarak topları vurmaca. ha bir de gruplara ayrılıp bildiğin siper yapıp ( siper hazırlanırken herkes birbirini beklerdi centilmence) hurraaa savaş. figen'in bir fotoğrafı vardır, içine kar kaçmış, ağlayan bir tip (tipini yerim) eve gittiğinde sobanın başında ısınırken heryerlerimiz sızlardı. kar gece yağarsa da  babam çıkarırdı bizi. sahil boyu izleyerek yürürdük.

sokakta çişimiz gelince asla eve gitmezdik! gidersen bir daha çıkamayabilirsin, deli misin? hemen kuytu bir köşe bulup işini hallet.

avucumuza başparmağımıza yakın bir yerden bastırınca kırmızı bir nokta çıkardı, belli belirsiz. o varsa sende yaşadııın. çetenin üyesisin artık. bir isim bulup kendimize noktayı tuta tuta delicesine koşardık mahallede, bağıra bağıra, düşe kalka.çok yaram vardır benim, belli olan olmayan. hiç acımadı ki...

yaz günleri uyandığımız gibi, yüzümüzü yıkamadan denize giderdik, evin önüne. delicesine yüzerdik o cam gibi suda. sonra babamla midye toplardık, kayalarda midyeleri temizler, bahçede ateş yakar, sacın üzerinde cızırdatırdık onları, yanında tazecik ekmekle. kokuyu duyan gelirdi. teklif yoktu ki o zamanlar! müsaitseniz 3 gibi geleceğiz, rahatsız etmiyoruzdur inşallah, cık cık cık.

kilimimiz vardı, istediğimiz yere kapak atardık. oyuncaklarımızı serer evcilik oynardık.

bir keresinde evde kovalamaca oynarken emoşla, kolum kapının buzlu camına girmişti. ama ne kanama. kendimizce tütün koyduk, sardık sarmaladık. annem görmeden o akşam yendemlere kalmaya gitmiştim. ben yokken eve gelip kapıyı gördüğünde anlamıştı ama iş işten geçmişti. kolumda kocaman yara izi durur hala. ha ben bunu yaparken, yani kovalamaca oynarken öyle küçük falan da değildim, orta 1-2 falan, koca kız!

okulumuza, bakkala bir sürü yere kendimiz yürüyerek giderdik.öcüler yoktu sokaklarda, herkes kollardı birbirini hem. bilirdi herkes senin kimin kızı olduğunu.

çamlığa salıncağa binmeye gitmek ne kıymetliydi. en yükseğe ben çıkıcam, babaaa. şimdi heryer salıncak, kaydırak, üstünde bir çift göz olmadan gidebilen çocuk yok.

güzel güzel kapatmalıyım bu yazıyı, sanki herşey eskisiymiş gibi. endişelerim beni sarıp sarmalamadan. bugün bari öyle hissetsem, olmaz mı?

Perşembe, Ocak 06, 2011

açlık oyunları

bir süredir bu üçlüyleyim. açlık oyunları! önceleri bu da neymiş diye okurken kitap öyle bir sarıyor ki! evin her yerinde okudum sanırım. malum kuzudan fırsat bulmak kolay değil. itiraf ediyorum okumak için birçok kez çizgi film de açtım ona. ama pişman değilim : p gelecekte geçiyor hikaye, insanlar sefalet içinde. 13 adet mıntıkayı yöneten capitol mıntıkalara gücünü her an hatırlasınlar diye açlık oyunları oynatıyor. her mıntıkadan 2 çocuğu seçip tehlikelerle doldurdukları bir alanda yaşam savaşına bırakıyorlar. sadece 1 kişinin hayatta kalabileceği bir savaş. hayatta kalmak için öldürmelisin...
bugün görsellerini araken filminin çevrileceğini okudum ve çok heyecanlandım. gelse de gitsek...

Pazartesi, Ocak 03, 2011

yavaş yavaş ölürler...

Muere Lentamente


Yavaş yavaş ölürler

Seyahat etmeyenler,

Okumayanlar,

Müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoş görmeyi barındıramayanlar.



Yavaş yavaş ölürler

Kendilerine olan sevgilerini yıkanlar,

Hiçbir zaman yardım istemeyenler.



Yavaş yavaş ölürler

Alışkanlıklarına esir olanlar,

Her gün aynı yolları yürüyenler,

Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,

Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.



Yavaş yavaş ölürler

İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,

Tamir edilen kırık kalplerin...

Gözlerindeki pırıltıyı görmekten kaçınanlar.



Yavaş yavaş ölürler

Aşkta veya işte bedbaht olup

İstikamet değiştirmeyenler,

Rüyalarını gerçekleştirmek için

Risk almayanlar,

Hayatlarında bir kez dahi...

Mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.



Şimdi yaşa!

Bugün riske gir!

Hemen harekete geç!

Kendini yavaş ölüme teslim etme!

Mutluluktan kaçınma!



PABLO NERUDA
 
bugün ve birkaç gün esiri olacağım sanırım bu dizelerin! oysa çok da aram yoktur şiirle. ama iyi ki gördüm sende zeynep! belki bir gaz gelir de...

izlemeli...

cumartesi sabahı, yatağımda dinliyorum! yataktan  kalkma sesi, bir süre sessizlik, sonrasında pat pat koşan ayak sesleri...
-anneee, hediyem gelmiş!
geceden aklına yer etmiş, hiç unutur mu?
paketi açtığındaki mutluluğunu yüreğimin kameralarına çektim, zira o anda makinemi almak o anı öldürmek olurdu. elinden düşmeyen bir rapunzel var artık. rapunzel herkesle tanıştı, rapunzel odayı gezdi, rapunzel ponny'e bindi.....
öğleden sonra da filme gittik planladığımız gibi. sersemliğim tutmuş, 12:30'daki seans için gittik ama yılbaşı nedeniyle  alışveriş merkezinin 14:00'te açılacağı hiç aklıma gelmedi doğrusu. biraz perişanlıktan sonra 14:40 seansına girdik. film 3D. gözlerde kocaman gözlükler, ellerde patlamış mısır. kuzunun performansı yine harika, pürdikkat izledi filmi. KARMAKARIŞIK, harika bir film. her çizgi filmde olmaz bu kadar güzel renkler, bu kadar hoş karakterler, çizgiler. dinozorum'la kuzudan çok beğenmiş olma olasılığımız yüksek. mest olduk yani. çok çok çok ama çok tavsiye ederim, gidin bayılın :))
sonrasında biraz huzursuz, birşeye sıkılıyor belli. halise gidiyor diye ona kızıyor musun annecik? sorusunun cevabı her okuduğunda halise'yi ağlatacak biliyorum, sulugöz çünkü
-hayır anne, gidiyor diye üzülüyorum!
üzülme annecik, yine gelir, gelirler. biz böyle kocaman, birbirine tapan bir aile olduğumuz müddetçe gelmeler gitmeler bitmez, bitmesin...
offf kendi kendimi de ağlatmadan çıkmalı bu konudan...güzel bir hafta dilerim, herkese...