Perşembe, Temmuz 22, 2010

süslü salata yazıyor

-annecik, istanbul'a gidelim mi? özledin mi evimizi?
-hayır, gitmeyelim. biz artık ünye'de yaşayalım

peki bunun sebebi ne dersin? 15 gün boyunca birlikte yattık. ama bence önemli olan kalkma kısmıydı. uyandığında yanında beni görünce suratını bir sabah olsun fotoğraflasaydım keşke. sonrasında en az yarım saat oynaştık, seviştik kuzumla her gün. üzerime yattı uzun uzun, kafasını koynuma gömdü, yataktan kalkmayı hiç istemedi. niye istesin ki istanbul'a gitmeyi...
bir de hayali varmış meğer kuzumun;
-ben büyüyünce annem gibi araba kullanıcam, büyüyünce annem gibi çalışıcam, işe gidicem. bir de kızım olucak, ben çalışmaya gidince kızıma ciciannem bakıcak!
annesi yesin, ısırsın onu. dün sokakta gelip deli gibi sarıldı, durup dururken, noluyor annecik diye sordum;
-çok seviyorum ama
ben de seni herşeyim. o benim atlıkarıncam, bir de ruhum. peki ben senin neyinim kuzu diye sordum ben de;
-anne, sen benim süslü salatamsın, güzel hamurumsun
peki, öyle olsun

koskoca 38 yıl

pastamızdaki kraliçe babaannemiz, koca göbüşlü ve gözlüklü kral da dedişkomuz.
ne kadar atışsalar, birbirleriyle uğraşsalar da tam ayrılmaz ikili. ee koskoca 38 yıl, dile kolay. emre anneme altın madalya takacakmış, 38 yıl bu adama nasıl katlanılır, bravo diyerek.
bizi öyle mutlu ettiler ki, yine, hep olduğu gibi. onlara sahip olduğum için ne kadar şükretsem az kalır. mükemmel iki insan. çok yıllar birlikte oluruz inşallah.
ve ablamız. kuzu için ünye demek, göksu demek. yine birlikte oldukları tüm zamanlarda sarmaş dolaşlardı. ablasınınm yanakları öpülmekten eskimiş olabilir. iki fıstık, evin içinde pıtır pıtır, oyun odalarında kendilerince oyunlar oynadılar, kimseyi yormadan, kendi hallerinde.

                       birbirlerini hep böyle severler, değil mi?

pideci

bu sefer sercan'ı öpmekten, ona sarılmaktan bir hal oldu. allah bozmasın...
kuzum tam bir teyze aşığı. gözlerindeki ışık bile farklı ona bakarken, görüyorum. vedalaşırken çok sarıldı, gitme teyzeee, kapıyı kilitledim, gidemezsin. bacağına yapıştı, bırakmaz. sonra ne ara aldıysa teyzesinin çantasını, götürüp sakladı, gitmesin yeter ki. ama vicdandan eser olmayan, hain ve de gaddar teyzesi kuzumu bırakıp ege yollarına düştü.
-annecik ne'li pide istersin?
-yumurtalı
-ama yumurtası zaten olacak, ne'li istersin?
-yaa yumurtalı yumurtalııı
bir insan hamurişini bu kadar çok sever. yandık biz...
yüzüncü yıl'da tanıdıklarımızla karşılaştık, tabi kuzu tanımıyor. sevmek istediler, bizimki züppe biraz, burnu havada, herkes sevemez.bendeniz mahcup.  kendi masamızda otururken sanki bize bir açıklama yapma gereği duydu hanım;
-anneee, ben yeni tanıştığım insanlardan hoşlanmıyorum!!!

sadece 1


iyi ki tatilde bol bol denize girmişiz, ünye'de sadece 1 gün girebildik, rezalet. her yıl çok cömert davranan hava ve deniz bu yıl cimrilikten öldü. olsun, biz sadece deniz için gitmedik ya oraya. gezdik, tozduk. en bolundan pide yedik. havadaki o korkunç nem olmasaydı, insanın başını kazana çeviren, çok sevinirdim.

menfaatçi hanım rüşvetle çalıştı her zamanki gibi. nilsu da belediyeye sürekli rüşvet veren müteahhit misali, yeter ki kucağına gelsin, ona sarılsın diye rüşvetten kısmadı.

büşra yedirsin, büşra gezdirsin, büşra okusun. pidem, sen ne sabırlı şeymişsin öyle, ben olsam daha suratına bakmazdım.



kızlaaar, buraya gelsenizeee