Salı, Şubat 17, 2015

Haranuş'un Şarkısı


O’ nu ilk kez saklambaç oynarken evinin avlusuna saklandığımda duydum. Oyunda  üst üste ebelenmenin verdiği hırsla gözümü karartmış ve bütün çocukların korktuğu o evin avlusuna saklanmaya karar vermiştim. Nasıl olsa kimse buraya bakmaya cesaret edemeyecek ve en azından o turun galibi ben olacaktım. Korka korka o metruk evin diken bürümüş bahçesine girdim ve yüzüstü yattım.Şimdi bakımsızlıktan viran olmuş bahçe duvarının gedikleri arasında ebeyi görebiliyordum. Bir müddet öylece saklandım. Sonra o metruk evin içinden içli bir ses yükselmeye başladı. Bu öyle büyülü bir sesti ki çocuk ruhumu bile tutup kendine çekmeyi başarmıştı. Yavaş yavaş eve doğru sürünmeye başladım. Ses yaklaştıkça daha da güzelleşiyordu. Bu seste bir şeyler vardı. İnsan dinlemekten kendini alamıyor ve hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Sürüne sürüne pencerenin dibine kadar geldim.Pencere’de cam yoktu. Pencerenin demir parmaklıklarının üstüne sert bir naylon gerilmişti. Yerden aldığım bir sopayla kanırta kanırta naylonda küçük bir delik açmayı başardım. Deliğe gözümü dayadım ve O’ nu ilk defa gördüm. O’nu yani Hara’ yı, yani Dadik’i. (Bizim köyde iki gözü de kör olanlara takılan lakab) Hara da Haranuş’un kısaltılmışıydı. Annelerimiz bizi eve geç dönmeyelim diye korkutmak için Hara’yı kullanırlardı: “Eğer akşam olmadan eve dönmezseniz  Dadik sizi yakalayıp, kazanda pişririr.”
Naylona açtığım delikten bakarken bir taraftan da sonumun kazanda pişmek olacağı korkusu kaplamıştı ruhumu. Lakin annemin nasihatine rağmen çekip gidemiyordum. Adeta çakılıp kalmıştım o pencerenin altına. Hara’ nın gözleri yumuktu. Başörtüsünü çözmüş ve fesinin üstünden öylece iki yana bırakmıştı. Fesinin önünde de baş süsü dediğimiz gümüş süsler sallanıyordu. Bütün ruhuyla şarkı söylüyordu Hara. Hayır şarkı söylemiyordu ağlıyordu Hara. Ciğerinden kopan yaşanmışlıkları sesinde ıslak bir bıçağa dönüşüyor ve duyan kim varsa kalbine saplanıyordu. Tek göz bir odada bir halı, bir sedir, bir piknik tüpü ve çevre komşuların karnını doyursun diye getirdiği ekmek ve yiyecek benzeri şeyler vardı. Hara bilmediğim bir dilde (Ermenice) söylüyordu şarkısını. Anlamadığım halde tutulup kalmıştım bu şarkıya. Hara’ nın yüzünden, başını iki yana devirip dizini dövüşünden anlayabiliyordum şarkının en derin acıların örselediği bir ruhun yankısı olduğunu. Evet çocuk olmama rağmen anlayabiliyordum. Pencerenin dibine yüzü koyun uzanıp Hara’nın kederli şarkısına bırakmıştım kendimi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Uyuyakalmışım o kadife sesin okşayışlarıyla. Uyandığımda Hara’nın sedirinde yatıyordum. İşte olmuştu. Beni büyülü sesiyle kandırmış ve yakalamıştı. Sonum kazanda pişmek olacaktı. Korkudan ölecek gibiydim ağlamaya başladım. Sonra Hara elinde bir tasla kapıda belirdi. Tasta süt vardı ve içine çörek doğranmıştı. Kapıya ve duvarlara tutuna tutuna yanıma geldi Hara. Tası uzattı ve “Korkma küçük. Al karnını doyur, süt sağdım sana” dedi. Çekine çekine sütü aldım ve içmeye başladım. “Sen kimsin?Kimin oğlusun?” diye sorular soruyordu Hara. Hiçbirine cevap vermedim,sütü bitirince tası sedirin yanına koydum. Kapıya baktım ve bir an tereddüt ettikten sonra hızla kapıya doğru koştum. Bütün gücümle koştum,artık özgürdüm. Sonum bir kazanda haşlanmak olmamıştı. Kurtulmuştum.
Hara’yla ikinci karşılaşmam bir kaç ay sonra oldu. Avluya bir kazan kurulmuştu ve Hara kazanın yanındaki bir leğenin içinde çırılçıplak oturuyordu. Annem kazandan aldığı suyu Hara’nın başından aşağı döküyor ve sonra vücudunun her yanını  bir güzel ovuyordu. Korka korka aşağı indim.Avludaki diğer kadınlardan cesaret alarak yaklaştım. Yaklaştıkça Hara’nın  çıplak vücudunu iyice inceledim. Sandığımdan daha gençti. Kirin ve unutulmuşluğun bir insanı nasıl yaşlandırabildiğini ilk o vakit idrak ettim. Yavaşça yaklaşıp çıplak sırtına dokundum Hara’nın. Dokunmak değil de daha çok parmağımın ucunu değdirmekti bu.Birden sarsıldı Hara,bağırmaya başladı. Leğeni devirip, avlunun içinde bağıra bağıra koşmaya başladı. Bütün kadınlar koşup tuttular Hara’yı. Zor sakinleştirdiler. Yeniden getirip leğene oturttular. Annem Hara’nın başını göğsüne bastıra bastıra sakinleştirdi. Nenem kulağına anlamadığım dilde (Ermenice) bir dua okumaya başladı. Hara’yı güzelce aklayıp, paklayıp giydirdiler sonra. Annem bir çıkına bir sürü yiyecek koyup bir elime tutuşturdu. Diğer elime de Hara’ nın elini verdi. Kalbim göğüs kafesimi parçalıyordu. Tüm çocukluğumu ondan korkarak geçirmiştim ve şimdi elini tutuyordum. Annem “Hara kuyrig’i (Bacı) evine götür de gel” dedi. Mecburen kafamı salladım. Avludan çıktık. İkimiz de suskun suskun yürüyorduk. Başım eğik bir şekilde yerdeki çakıl taşlarını seyrediyor ve bir an önce bu yolun bitmesi için dua ediyordum. Ansızın tak diye bir ses duydum. Kafamı kaldırdığımda Hara burnunu tutuyordu ve parmaklarının arasından kan sızıyordu. Direğe çarpmıştı.Çocukluğun verdiği pervasızlıkla çıkıştım Hara’ya. “Önüne bak sana kör müsün?” diye bağırıverdim. Hara da bu tepkime karşılık kahkahayı koyverdi ve başımı okşayarak “Evet körüm ya ben kuzum” dedi. Doğruydu ya, kör olduğu için onu evine ben götürüyordum ya. Çok utanmıştım. Hara’yla hayatım boyunca kurduğum ilk ve tek diyalog da buydu. Sonraları hep gizliden avlusuna girip, sürüne sürüne penceresinin dibine varıp Hara’nın şarkılarını dinledim.  Bazen kapısına kendimce armağan olarak şeker, leblebi, yumurta bırakıp kaçtım.
Bir gün annem ve diğer  kadınlar kendi aralarında sohbet ederken tam manasıyla tanıdım Hara’yı. Hara’nın öyküsünü duydum – öyküsünü bilmediğiniz insanları tanıyamazsınız- ve hiç unutmadım.
Hara annemlerin yaşıtı. Hara yaşıtlarının en güzeli. Kimin bir derdi olsa yüreği harlanır Hara’nın. Hara Şamov’u sever, Şamov da Hara’yı. Bazen duvar diplerinde, bostan korularında buluşurlar. Hara’nın güzelliği Lokman’ın da dikkatinden kaçmaz. Bir gün elma bahçelerinde ırgatlık ederken Hara,Lokman ağzını bastırıp götürür Hara’yı. Bir kuytu da ırzına geçer. Hara kendini kaybeder. Ailesi Lokman’la evlenmeye zorlar. Lokman denen mendebur da evlenmek ister Hara’yla. Tecavüzcüsüyle evlenmeyi kabul etmez Hara. Ailesi Hara’yı red eder, evden kovar. Hara o vakit bu metruk evde yaşayan ihtiyarın yanına sığınır. İhtiyar kızı gibi sever Hara’yı. Hara kendini avutmaya çalışır. Şamov ve Gülbahar’ın çocuklarını seyreder durur uzaktan. Lokman yine varır Hara’nın üstüne. Bir taraftan tecavüz ederken bir taraftan da “ne kadar güzelsin” diye böğürür. Hara Lokman’ın güzel dediği yüzünü bir daha görmemek için kendi gözlerini oyar. O günden sonra Dadik olur. O günden sonra Hara olur.
Hara’nın öyküsünü öğrendikten sonra leğende otururken kendisine habersizce dokunmamın onu neden çılgına çevirdiğini de idrak edebilmiştim. ( Belki bu yüzden hiç bir kadına arkadan sessizce yaklaşıp, dokunmadım. Sokakta bir kadının arkasında yürüsem rahatsız olur diye hızlanıp hızlanıp önüne geçtim.) Hara ben öyküsünü öğrendikten bir kaç ay sonra hastalanıp öldü. Hasta yatağında ziyaretine gitmiştik annemle. Bir oda dolusu kadın Hara’nın şarkısına eşlik ediyordu. Hara susuyor annem başlıyor,annem susuyor yengem başlıyor böyle devam ediyordu. Sanki şarkılarla ölüme uğurluyorlardı Hara’yı. Hara anneme bir şeyler söyledi. Annem beni Hara’nın kollarına uzattı. Hara başımı göğsüne bastırıp içli şarkısına devam etti. Ben de cebimden bir avuç kırık leblebi çıkartıp battaniyesinin altına sıkıştırdım. Hara ile son münasebetim böyle oldu. Günler sonra yine şarkılar söyleyerek yıkadılar Hara’yı. Gömdüler,mezarında şarkılar söylediler. Mezar taşını Şamov yaptırdı.
Özgecan Aslan’ı duyduğumdan beri Haranuş’un şarkısı dönüp duruyor kafamın içinde. Lokmanlar her yerinde adına Türkiye dedikleri bu mezbaahanenin. Kurdukları namus kazanında kadınların hayallerini ve hayatlarını haşlıyorlar. Ahlak denen satırla kadınların varlıklarını buduyorlar. Sonra çıkıp “mini etek” diyorlar. “Pembe otobüs” diyorlar.
Bizim köyden hiç otobüs geçmezdi. Haranuş hiç otobüse binemedi.

yazı buradan alıntıdır. hektor vartanyan'a çok teşekkür ederim. hara'nın hikayesini paylaştığı ve yayınlamama müsade ettiği için..