Pazartesi, Ağustos 31, 2009

kırmızılı kızzz




beyoşşşşşşşşş çatlaaaaaa sen oralarda.gelseydin buraya bu kadar özlem çekmezdiiiiiiinnnnnn

sanatçı ruhlu kuzu







defter kıtlığı olduğu için çalışmalarımı masada yapıyorum. bu arada serbest çalışıyorum. yakında fotoğrafını göreceğiniz pastel boyayla koltuk boyama çalışmama tüm sanatseverlerin gıptayla bakacağı şüphesiz...

deniz bebek




aşkı bıdık'la yakışıklı kocası sedat bize geldiiiii. bizim bıdık çok tatlı olmuş, sadece karnı var, çok yakışmış. babam aşkıma bak ya diyordu sürekli, gözünde hep minicik kaldığımız için.
kuzu çok zor alıştı, ama sonlarına doğru sedat onu tavlamayı başardı.
ne kadar güzel bir süreçteler, ekimde deniz bebeği kucaklarına almayı bekliyorlar. bu çoook güzel ama çooook zor yola çok az kaldı. umarım herşey yolunda gider. biz artık bebeği ne zaman görürüz bilemiyorum, ama çok tatlı bir bebek olacağından eminim.
bugün eylül'ün eski fotoğraflarına baktım ve bebeklikten çıktığını çok iyi anladım. ve o günlerine çok özlem duydum bir anda. halbuki o zamanlarda da çabucak büyüsün istiyordum.bu ne yaman çelişki anneeeeeee
hamiş: kızıma aşkı&sedat'ın getirdiği cicileri çok güzel oldu. tekrar teşekkürler. gönlünü aldınız kuzunun, aşkı'yla sedat nerde deyip duruyor...

uzun kulaklarını son bir kez sallaaa

barış manço sevdiği için kızıma bayılıyoruuuuuuuuummmmmm

delisin, delisin, delisin

deli kız bu şarkıya doyamıyor, biz de doyamıyoruz. cd sürekli takılı, aç diyor, emirlerini yerine getiren bizler hemen açıyoruz.

aşkı'yla sedat neyde? (aynen böyle, durup dururken, deli mi ne?)

evlerindeler annecim, gelsinler mi?

gelsinler :)) aşkı bana cici detiydi

moyuk dedeeee

Cuma, Ağustos 28, 2009

çilçuuuu

şarkılardan gidiyoruzz :))

çimlere basma nilsu, çimleri eziyorsun

kusura bakma nilsu, malsuya benziyorsun

eylül bazen karıştırıp nilsu'ya malsu diye sesleniyor, ölüyorum. cimcikliyceeem diye yırtınıyor, onun için büyük zevk. nilsu'nun kollarını okşayıp canım benim dedi geçenlerde, çenesini sıvazlayıp tattlım diye seviyor bir de. çok alem kız, çok seviyor nilsu'yu ama zarar vermeye de bayılıyor.tombiş ayaaak diyor bir de. ben nüfusuma geçirdim dedim ama dinletemedim, çilçu yarın gidiyor :(((

çoook alıştık biz onaa. bir kazan salata yapmasına, 3 büyük kase pirinç ıslatıp tencereye sığmayan pilavına, fatoş hala masayı hazırlim mi'sine, en ufak birşeyle uğraşırken 20 kere ellerini yıkamasına, insanı çıldırtan merakına -kim demiş, nolmuş, niye- antenlerinin hep açık olmasına -kendisinden hiçbir şey kaçmaz- mario oynamasına, hiçbirşeyi beğenmemesine, titizliğine, 3'lü koltuk boş durduğu halde iki büklüm 2'li koltukta yatmasına, gece eylül'le tüm yaptıklarımızı duymasına rağmen uykusundan hiç kalkmamasına, bulaşıkları makine yerine lavabonun içine bırakıp fazladan iş çıkarmasına, kıyıda köşede kuzuyu cokur cokur öpücüğe boğmasına, herşeyine çok alıştım malsuuuuu, ditmeeeeeeee, bizi bıyakmaaaaaaa

benim anneeeem

benim annem

güzel annem

beni al kollarına

kucağında okşa beni

ninniler söyle bana

yıllaaar yılaar önce -artık yaşımız kemale erdi- bu şarkıyı duyduğumda annemin kucağına yatıp çoook ağlarmışım. miş'li geçmiş kullanmama gerek yok, hatırlıyorum, çok ağlardım. ne bilim yani annemi çok sevdiğim için herhalde -saçma oldu kim annesini sevmez ki- gittiğini ya da öldüğünü düşünür deli gibi ağlardım. bu bizde ırsi. manyak kardeşim de aynıdır. kuzum çok güzel söylüyor, hiç ağlamadannn

bizleye meydi!!

arkadaşım eşşeeeek

karaboncuğum, kaşık suratlım, tadeşim, dostum, sırdaşım, herşeyim...







sabah erkenden çıktık yola, gazetelerimizi okuyarak taksim'e. orada simit çay keyfi yapıp tünele. sonra üsküdar motoruyla karşıya. veeeeeee beklenen buluşma, KIZ KULESİ!!! ne güzel bir yermiş de ben nasıl senelerdir atlamışım, anlayamadım. öyle manzarası var ki, yukarı çıksan bir güzel, çıkmasan ayrı güzel. o gün de -şekilde görüldüğü üzere- hava pırıl pırıl, deniz mükemmel. sanki ikimiz gezelim diye ayarlanmış herşey. kulenin birçok hikayesini yazmışlar. birinde zindan olarak kullanıldığı bile yazıyor. ama ben yine bildiğime inanmak istedim. kızını korumak için yaptırır kulayi baba. kehanete göre bir yılan sokacaktır kızı. korumak ister babası. ama kaderin önüne geçemez!!!
pencereler çok garipti, kulenin dışına doğru daralıp küçülüyor, ruh daraltıcı şekilde. sanki biz yaşamışcasına tarihin içinden geçtik. .çoookkk güzeldi. gidip görülmeli!!!
sonra vurduk yola, beşiktaş iskelesi, ortaköy. tabi ki kumpir ve gözleme ve bol bol sohbet. birkaç saat oturduk banklardan birinde. zaman nasıl geçmiş, farketmeden. sonra yeniden taksim, pasajları sabah gezemediğimiz için gitmesek çatlardık. o kadar yer gezip bir kırık iğne alamadan döndük, ağlamak istiyoruuuummmmm. ve güzelim cezayir sokağı; bu kadar mı sevimli olur bir sokak. kahvelerimizi içip tuttuk evin yolunu. dönüşümüz çok fenaydı, otobüste piştik, eridik, trafik. ama olsun o günü yaşamanın bedeli buysa çekerim yawww. hep özlediğim, en kısa zamanda yaşamam gereken bir gündü.
en önemli kısmı tadeşimle olmasıydı. iki insanın birbirini bu kadar tanıyabileceği tek ilişki kardeşlik olsa gerek. kendini bildin bileli birlikte olmak, sırdaş olmak -bazen de ispiyoncu-herşeyi konuşabilmek, birlikte ağlayabilmek. yanyana olmayınca yüreğinin sızısını hissetmek, çok özlemek. bir bakışla herşeyi anlatmak, ne diyeceğini önceden bilmek. neleri sevdiğini, hangi yemekleri seçtiğini, nelerin onu çileden çıkardığını bilmek. ve daha sayamayacağım niceleri. tüm bunlar için figen'e teşekkür edeceğimi sanmasıııın, teşekkürü hakedenler mami ve tri. ne de olsa beni kardeş sahibi yapanlar onlar :)))
hamiş: ne manzaralar çekmişim ama, yok böyle bir şehir.........
hamiş2: gözlükleri taktığı yerde ben de bir cenaze kepi taktım, tam fotoğraf çekecekken, BURADA FOTOĞRAF ÇEKMEK YASAK!!! diye bir uyarı gelince hemen tüydük...






























Salı, Ağustos 25, 2009

eski dostlar...







kapı çalıyor, ipek geldii, ali geldii diye koşuyor açmaya. zilli kızım benim.

2 senedir görmüyordum, çok özlemişim ikisini de. geleceklerini haber verdiklerinde o kadar sevindim ki. ali, seyit ve livo'nun, hayatımda yeri çok özel. koca okulu birlikte bitirdik. öyle güzel günlerimiz oldu ki. o akşam da birkaç tanesini hatırlayıp güldük. keşke hiç ayrılmasaydık...

fotoğraftaki güzel kız ali'nin eşi ipek. kısa sürede çok sevdim ipeği. çok candan, samimi. tıpkı ali gibi. arkadaşıma yakışır, deli ali beeee
bu arada masamı da göstermem gerek, daha hiçbir yemek yok ortada ama olsun, yine de güzel.
çünkü sevdiğim insanlar için severek hazırlandı...

Pazartesi, Ağustos 24, 2009

yakutu, pırlantası, kaşıkçı elması

teyzem yaptııı

dede&nanne

deli kız

bişeyler çiziyorum, bi dakka...

etipuf her kapıyı açar

manyak

masa aldıııkkk

hepbirlikte

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

uzun diye okumazlık etmeyin, çook güzel

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi,hep evdeydi.Heryere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.Annelerimiz bu durumu bildiklerinden,kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik.Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.Kısacacı evine girip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdikavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; bilmem kaç kuruşhepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.Evlerimiz var içinde yaşayan yok. Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok.Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.Ben kapılarında '' vale '' lerin, '' bady '' lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istemiştik? ..Yoksa hak mı ettik?

kalanlar için...

İki Gezgin Melek, geceyi geçirmek için oldukça varlıklı bir ailenin evinin kapısını çalmışlar. Aile, pek kaba bir üslupla,meleklere yatacak yer olarak koca malikanenin konuk odalarından birini vermek yerine, soğuk bodrumundaki küçük bir köşeyi göstermiş. Melekler buz gibi odanın soğuk ve sert zemininde kendilerine yatacak bir yer hazırlamaya çalışırken, Yaşlı Melek duvarda bir delik görmüş ve kalkıp deliği onarmaya girişmiş. Genç Melek, Yaşlı Meleğe bu hareketinin nedenini sorunca, Yaşlı Melek hafifçe gülümsemiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir...Sabah malikaneden ayrılan melekler, gece bastırınca bir kez daha kalacak yer bulmak umuduyla, bu defa çok fakir bir çiftçi ailesinin kapısını çalmışlar. Son derece misafirperver olan fakir karı koca, sofralarında ne var ne yoksa meleklerle paylaştıktan sonra, onlara rahatça uyumaları için kendi yataklarını vererek yanlarından ayrılmışlar. Sabah güneş doğduğunda,melekler zavallı karı kocayı gözyaşları içinde bulmuşlar: Yegane geçim kaynakları olan tek inek de tarlalarının ortasında cansız yatmaktaymış. Genç Melek bu sefer iyice öfkelenerek Yaşlı Meleğe isyan etmiş: Bunun olmasına nasıl izin verebildin ?! O varlıklı kaba adamın herşeyi vardı ama sen kalktın ona yine de yardım ettin. Bu iyi yürekli fakir ailenin ise o tek inekten başka hiçbir şeyleri yoktu;buna rağmen onu bile paylaşmaya gönüllü oldular. Ama sen o ineği de yitirmelerine izin verdin!? Bunun üzerine Yaşlı Melek, Genç Meleğe dönerek şu cevabı vermiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir. O zengin malikanenin bodrumunda kaldıgımız gece, duvardaki deliğin dibinde külçe külçe altın saklı olduğunu farkettim. Malikanenin sahibi bu kadar açgözlü olduğu için ve kendisine verilmiş şans sayesinde edindiği zenginliğin bir parçasını bile paylaşmaya yanaşmadığı için, ben de o deliği öyle bir kapatıp mühürledim ki artık arayıp bulsa da açamaz ve devam etmiş: Sonra, dün gece biz çiftçi ailesinin yatağında uyurken, Ölüm Meleğinin o çiftçinin karısını almaya geldiğini gördüm. Ben de onun yerine Ölüm Meleğine ineği verdim. Yaşlı Melek, gülümseyerek bir kez daha eklemiş: Herşey, her zaman, göründüğü gibi değildir. Bazen, işler istediğimiz gibi sonuçlanmadığında, aslında bizim de başımıza gelen tam da budur işte. Eğer inanıyorsanız, yapmanız gereken şey sadece, her sonucun her zaman sizin lehinize olduğuna güvenmektir. Bunun böyle olduğunu, ancak belirli bir zaman sonra öğrenebilecek olsanız bile Bazı insanlar, Hayatımıza girerler ve çabucak çıkarlar.. Bazıları ise, Dostumuz olur ve bir süre orada kalırlar..

damla&murat mutluluklar...













o ki...






çok güzel bir düğündü. gerçi bizden az kişi katılmıştı ama olsun. o ki özlem'i gördüm ya en önemlisi buydu. çok özlemişim gerçekten de. birkaç günü birlikte geçirebilmeyi çok isterdim, ama eylülde geleceklermiş, artık o zamana kaldı. 2003'te evde kaldığım ve çok bunaldığım zamanlardı. samsun'a gittik kalmaya birkaç günlüğüne. o zaman keşfettik birbirimizi :)) çoook eğlenmiştik birlikte. annemlerle 51 oynuyorduk, sonra kendimizi sokağa atıyorduk (sebeplerimiz vardı :)) gülmekten bitkin düşüyorduk sabaha kadar. sonradan figen ve damla da gelmişti ama bizi hiç anlamamışlardı, espriler onlara o kadar da komik gelmemişti. salaklar!!!
o ki'yi o zaman tanıma fırsatım olmuştu, kuzeniz halbuki, ne kadar da geç kalmışız! özlem'i en iyi anlatacak kelimeler samimiyet ve içtenlik. seni sevdiğini ya da sevmediğini anlarsın. çok da muhabbettir. kafalarımız uyuşur. o yüzden de birlikte çoook eğleniriz. bunları okumasan da -ki okuyacağını biliyorum- zaten hakkında neler düşündüğümü biliyorsun sevgili kuzen. gelmeni dört gözle bekliyorum. bu arada kızımın da hemen kanı kaynadı teyzesine, kendini nasıl da bıraktı omuzuna...
hamiş: bora'yı da yakından tanıma fırsatı bulursak hiç fena olmaz. gerçi özlem'in hayatını geçireceği kişi nasıl olabilir ki...

bu da badecik

damla'nın düğününde tanıştık bu fıstıkla. öyle sıcak kanlı, öyle tatlı ki. durup durup eylül'ün elini tuttu, onunla oynamaya çalıştı. kuzu da onu çok sevdi, sarılıp durdular. sahnede birlikte oynadılar...

başımda kafam var

teyzesi tatilde görmüş, ooo zamzamzam

şampiyon...

o kadar politik ki, nasıl işine geliyorsa öyle davranıyor. babası kuku vericek diye penerli oluyor, teyzesi dergi vericek diye beşiktaşlı. korkarım bu gidişle cimbomlu olacak.