Perşembe, Şubat 25, 2010

:)

görkem: eylül, anneyle baba sana kardeş yapsınlar mı? ister misin?
kuzu: hayııır! kardeş oyuncaklarımı alır!


babası çoook geciken kuzu:
-allah allah, bu babam da nerde kaldı?

kınama

ben bu fotoğrafları çekerken yanıma gelip burada fotoğraf çekmek yasak diyen ismini vermeyeceğim kitap&müzik market görevlisine sorduğum "niye burası tiyatro mu?" sorusunun beni hiiiç tatmin etmemesi, oradan hemen ayrılmadan önce "niye, ben fotoğraflarla giriş çıkışları belirleyip soygun planı mı yapıcam?" diyerekten bağıramadığım için kendimi kınıyorum. zaten sizi  hiç sevmezdim, babanızı da...


ben de kendimi duvarı fotoğraflarla kaplayarak sakinleştirdim, ohhh

yine, yeni, yeniden

bak kuzu, ikisinden birini seç. ya oyunevine gidicez, ya da kitabevine. ikisi birden olmaz. hangisini seçiyorsun?
 kitabevi
emin misin? bak sonra oyunevine de gidelim yok!
kitabevi!

tercihini yapan kuzu hemen dalar kitaplara

bir yandan da gözü yap-bozlardadır
karar vermede seridir, beğendiğini hemen sahiplenir, başka ne gösterirsen göster asla istemez. mikili bir yap-boz alınır. kasaya kendi götürüp verir, eve gidene kadar ağır da olsa taşınır. sonrası oooo tüm yapbozlar sırayla ve itinayla...


küçük fatoş

30 yıllık elbisem, yıllara meydan okuyoooor
ay bizsiz nasıl duruyorsunuz şimdi, özlediniz di mi...

gufret

amca saçmalamaaa
yaaa vermem gufretimi
bak çekerim kulağını
oh be
şöyyyle geniş geniş
biri daha mı istiyor, yooo
şimdi biraz hareket, formumu korumalıyım!

Çarşamba, Şubat 24, 2010

nepes alll








benden önce fotoğrafları facebook'a atacağını bilseydim, onları sana bırakmazdım nilsu, bilesin!

özlem



özlüyorum bu küçük yeri ve insanlarını.

dopdolu geçen kaçamaktan içimde kalan şeyler de oldu tabi. kendi başıma şöyle bir sahile çıkıp, kafama göre gezip hayaller kuramadım. fener altına inip alanis dinleyemedim. yüzüncü yıl'da bir çay içemedim. tek tek gezdiğim yerlerdeki anılarımı canlandırıp eski günlerime geri dönemedim, denizin kokusunu burnuma çekemedim. evimizin önüne inip birlikte midye topladığımız kayalıklara ben geldim diyemedim. ufka doğru bakıp dalamadım. acınacak haldeyim...


fare yedii ığğğğ










ünye'de herşey çok güzeldi dememe gerek var mı? hep birlikte olmak gibisi var mı? pastalar değil, pastayı yiyenler güzeldi desem :)








çilçu, sayemizde dersaneyi de epey astın, bu kıyağımızı unutmaaa
bir sürü kitapla döndük, akıllı kızlar rüşvet olarak neyi kullanacaklarını iyi öğrenmişler...

pamuk şekerler pişti oldu








niye daha önce yememişiz ki. bu benim aklıma niye gelmedi ki. madalyayı çilçu haketti. aferin nilsu, hayatımıza az şeker, çikolata girmişti, biraz daha lazımdı... içine düşecek sandım, soluksuz yedi
ha buraya böyle başladım ama önce 3 katı anlatmam lazımdı. nasıl karşılandık, bağıra bağıra. öyle beklemişler ki bizi (bu da benim avuntum olsun, beni bekleyen yok aslında) beyoş, tümay, dinozorum, çilçu, bütla, büppü, kökem, halacık, musti, sepet, ay yaz yaz bitmiyor, gün sülalesi deseydim ya kısaca. herkes bir şekil kucağına almaya çalıştı, ama bizimki tercihini çoktan yapmıştı. gençler! zavallı beyoşum ne uğraştı ama nafile.öyle çok seviyorlar ki kuzumu, anlatılmaz. bu sevginin en hoşuma giden kısmı karşılık beklemeden olması. beyoş, ona hiç gitmemesine rağmen hala deli gibi peşinden koştu, ... karılar da öyle (okurken gülün biraz) evde kinder sürpriz stoğu yapılmıştı. ama avuçlarını yaladılar, hahhahhah.






yavaş yavaş







birikmiş ünye fotoğraflarını ve anılarını artık yayınlama zamanıdır. uzun zamandır tatil yapamayan bendenize çoook iyi geldi bu kaçamak. ama aynı zamanda çok da kısa. bir daha 1 haftalığına mı? aslaa
gece 00:30 da uyutmayı başarabildiğim kuzuyu sabahın kör 7'sinde uyndırmaya çalışırken, başarısız uğraşların sonunda sihirli kelimeler ağzımdan dökülüverdi, ünye'ye gidiyoruz annecik, hadi kalk. birden açıldı gözler faltaşı, hemen doğruldu yatakta, hadi gidelim. klasikleşmiş bir rötar vakasından (uçağın içinde 1 saat) sonra hiç beklemediğim şekilde yolculuğumuz sorunsuz geçti. acaba durmaz mı, kendi koltuğunda oturmak istemezse diye düşünürken, kuzu hanım beni şaşırtarak tam bir hanımefendi modunda, kitaplarını okudu, çikolatasını yedi, dergilere baktı, sohbet ettik. indiğimizde istanbul'un dondurucu havasından eser yok, ortalık yanıyor, bir güneş ki bahar gelmiş memlekete. 1 saat kadar da otomobil yolculuğundan sonra nihayet varış. ve annemle babamın yeni mabetleri :) öyle güzel ve öyle büyük bir ev ki, bir burada 500 milyarcık versek alamayabiliriz.
ve ablaya kavuşma. bu kadar mı sevilir bir insan, içine soksa doyamayacak kızı. her anını ona sarılmak, elini tutmak ve yüzünü ellerinin arasına alıp ordan burdan öpmekle geçirdi. arada da ablasını yere yıkıp üzerine çıkarak sarılıp öptü. deli dana. önceleri alan memnun satan memnun geçen bu durumlar, göksu'nun son günlerde daralmasıyla acayip bir hal aldı. bütün bunlar yetmezmiş gibi kimsenin ona dokunmasına da izin vermedi. göksu beniiim, dokunma.
yemek yenecek, mümkün değil. zaman öyle şeylerle harcanamaz. kendi yemediği gibi, göksu da yememeli. göksu sen acıkmadıııın. uyumak da aynı şekilde. göksu uykum çok geldi, uyumak istiyorum derken, hanımefendi onun yerine kararlar aldı, uykun gelmedi göksu, hayır uyumıycaksııın. bu arada 6,5 saatlik uykuyla gece 11'de zor uyudu. zombi...

Cuma, Şubat 12, 2010

okuyunca gülersin

elinde bir uçak;
-türk hava yolları uçağı uçuyoooor, havaalanına ineceeek, uuuuuu (nereden öğrendiğin konusunda hiç fikrim yok)

banyo yapıyoruz;
-türk eğitim vakfı (??????)

yatak odasında dolabı göstererek;
-kıyafetçi!

eline bir değnek alıp;
-abradakabra! pokus pokus!

resim defterindeki şekillere bakıp;
-bu üçgen, bu dikdörtgen, bu kare, bu da daire.
-kuzu ben öğretmedim ki bunları sana, nereden öğrendin?
-televizyondaaaaan :)

Çarşamba, Şubat 10, 2010

kuşlar

dün akşam ikimiz kitap okuduk, konuştuk, oyuncaklarla oynadık. otururken "hiç kimse gelmesin" dedi önce. gülüştük. jehan'la dans ettik. ama ne dans. bakışarak, gülüşerek, öpüşerek. öyle bir ifade ki suratındaki, mest olmuş. sonra başladık sevişmeye. sarılmalar, öpmeler. birden dünyaya haykırdı sanki, herkes duysun, herkes bilsin;
-benim annemmm
yüreğimdeki kuşların kanatları öyle bir çarptı ki birbirine...

çokokrem

gezinirken baktım sürüyle çocuk sıraya girmiş. hemen atladık. ister misin annecik? isteriiim. kuzu önlüğü giydi, kimseye sormadan küt diye oturdu masaya. baktı gelen giden yok, koca kutunun içindeki çikolata kaplı spatulayı alıp ağzına attı. kızlar gülerek yanına koştular. sonra ablayla kalp şeklinde bir ekmeğin üzerine çokokremi sürüp üzerini süslediler. aman sonrası çok fena...
şekil A

arkadan sesleri duyuyorum, "ay o nasıl yeme, zevke bak, hakkını verdi"
"reklama bunu çıkarsalarmış ya"
ertesi gün yine çıktı karşımıza, yine yedik. ama ilk heyecan yoktu...

şapkaya bittim. bana da verselerdi iyiydi...
kendi renklerime bürüdüm kuzumu da sonunda, hiç itirazı yok ama
hep burada olsan, seni hiç özlemesek, olmaz mı?
hayatımdaki 3 kadın :p
ilk öğretmen hiç unutulmuyormuş gerçekten de. 1. sınıfı okuttu bu güzel kıza tadeşim. her gelişinde mutlaka görüşülüyor, sürekli mektuplaşıyorlar. ve hala o gelsin istiyorlar. ben de istiyorum ben de ben de...