Salı, Eylül 01, 2009

tombiş ayak...


sabahları çok sörpük oluyor, yaklaşık yarım saat yatıp duruyoruz, söykeniyoruz (fevzice). üstüme yatıyor, öpüşüp koklaşıyoruz, gözgöze bakışıyoruz.
yine bakıştığımız bir sabah; ikimiz de gözlerimizi kaçırmadan öyle sevgi dolu bakıyoruz ki sanki gözlerimizle "seni dünyadaki herşeyden çok seviyorum" diye haykırıyoruz, dudaklarımızda tebessüm. ışıl ışıl parlıyor kuzunun gözleri. birkaç dakikalık bu bakışma sırasında ne dese beğenirsin;
-görür müsün ayağımı!
^'^+/(#=?
ayağını diğerinin üstüne atmasına bayılıyorum, hanımefendi; çoktan attım ama sen görmedin, gör artııık demek istemiş, nasıl???

picasso'ya taş çıkartır




işte büyük, muhteşem, görkemli, felaket sanat eserin. kollarını ısırmak lazım, popona da kocaman bir şaplak.
büyük bir sır vereyim mi; bu yaptıkların beni hiiiç rahatsız etmiyor (yine de bunu sen bilme) eşyalar kirlenmiş, kırılmış, bozulmuş hiç önemli değil. sen rahat ol anneciğim, özgür ol. fazla fazla kılıf yıkadık, masa sildik. olsun napalım. dünyada çaresi olan hiçbirşey için ne üzülmeye ne de kimseyi üzmeye değmez kuzu, bu da sana anne nasihati. ama rahatsız olan biri var; nannen. onun için bir çare düşünmemiz gerekiyor kuzu :))

anneciiik




şimdi kollarımda olmanı çok isterdim kuzuuuu
dün anlatıyor neler yaptığını;
aydoş'u cimcikledim, oyuncaklayla oynadım, moyuk dedeyle matete dittim, nanneyle seviştim :))
dışarı çıkıyoruz, ayakkabılarımı giyerken asansörü çağır kuzu diyorum. düğmeye basması için uzanacağını zannederken bizimki bağırıyor;
ASANSÖÖÖÖRR

sayılma anneye, ben sayılcam...






aşkımla birlikte fotoğrafımız hiç olamadığı için, çekilince bir sürü olsun istiyorum. poz vermekten nefret ederim ama napalım.cadıdan kaçış yok, fırsat bu fırsat. yoksa bizi sarılırken görürse, çekiliy misin embe, sayılma anneme, ben sayılcam, gidir misin embe...

canlar