Çarşamba, Şubat 24, 2010

nepes alll








benden önce fotoğrafları facebook'a atacağını bilseydim, onları sana bırakmazdım nilsu, bilesin!

özlem



özlüyorum bu küçük yeri ve insanlarını.

dopdolu geçen kaçamaktan içimde kalan şeyler de oldu tabi. kendi başıma şöyle bir sahile çıkıp, kafama göre gezip hayaller kuramadım. fener altına inip alanis dinleyemedim. yüzüncü yıl'da bir çay içemedim. tek tek gezdiğim yerlerdeki anılarımı canlandırıp eski günlerime geri dönemedim, denizin kokusunu burnuma çekemedim. evimizin önüne inip birlikte midye topladığımız kayalıklara ben geldim diyemedim. ufka doğru bakıp dalamadım. acınacak haldeyim...


fare yedii ığğğğ










ünye'de herşey çok güzeldi dememe gerek var mı? hep birlikte olmak gibisi var mı? pastalar değil, pastayı yiyenler güzeldi desem :)








çilçu, sayemizde dersaneyi de epey astın, bu kıyağımızı unutmaaa
bir sürü kitapla döndük, akıllı kızlar rüşvet olarak neyi kullanacaklarını iyi öğrenmişler...

pamuk şekerler pişti oldu








niye daha önce yememişiz ki. bu benim aklıma niye gelmedi ki. madalyayı çilçu haketti. aferin nilsu, hayatımıza az şeker, çikolata girmişti, biraz daha lazımdı... içine düşecek sandım, soluksuz yedi
ha buraya böyle başladım ama önce 3 katı anlatmam lazımdı. nasıl karşılandık, bağıra bağıra. öyle beklemişler ki bizi (bu da benim avuntum olsun, beni bekleyen yok aslında) beyoş, tümay, dinozorum, çilçu, bütla, büppü, kökem, halacık, musti, sepet, ay yaz yaz bitmiyor, gün sülalesi deseydim ya kısaca. herkes bir şekil kucağına almaya çalıştı, ama bizimki tercihini çoktan yapmıştı. gençler! zavallı beyoşum ne uğraştı ama nafile.öyle çok seviyorlar ki kuzumu, anlatılmaz. bu sevginin en hoşuma giden kısmı karşılık beklemeden olması. beyoş, ona hiç gitmemesine rağmen hala deli gibi peşinden koştu, ... karılar da öyle (okurken gülün biraz) evde kinder sürpriz stoğu yapılmıştı. ama avuçlarını yaladılar, hahhahhah.






yavaş yavaş







birikmiş ünye fotoğraflarını ve anılarını artık yayınlama zamanıdır. uzun zamandır tatil yapamayan bendenize çoook iyi geldi bu kaçamak. ama aynı zamanda çok da kısa. bir daha 1 haftalığına mı? aslaa
gece 00:30 da uyutmayı başarabildiğim kuzuyu sabahın kör 7'sinde uyndırmaya çalışırken, başarısız uğraşların sonunda sihirli kelimeler ağzımdan dökülüverdi, ünye'ye gidiyoruz annecik, hadi kalk. birden açıldı gözler faltaşı, hemen doğruldu yatakta, hadi gidelim. klasikleşmiş bir rötar vakasından (uçağın içinde 1 saat) sonra hiç beklemediğim şekilde yolculuğumuz sorunsuz geçti. acaba durmaz mı, kendi koltuğunda oturmak istemezse diye düşünürken, kuzu hanım beni şaşırtarak tam bir hanımefendi modunda, kitaplarını okudu, çikolatasını yedi, dergilere baktı, sohbet ettik. indiğimizde istanbul'un dondurucu havasından eser yok, ortalık yanıyor, bir güneş ki bahar gelmiş memlekete. 1 saat kadar da otomobil yolculuğundan sonra nihayet varış. ve annemle babamın yeni mabetleri :) öyle güzel ve öyle büyük bir ev ki, bir burada 500 milyarcık versek alamayabiliriz.
ve ablaya kavuşma. bu kadar mı sevilir bir insan, içine soksa doyamayacak kızı. her anını ona sarılmak, elini tutmak ve yüzünü ellerinin arasına alıp ordan burdan öpmekle geçirdi. arada da ablasını yere yıkıp üzerine çıkarak sarılıp öptü. deli dana. önceleri alan memnun satan memnun geçen bu durumlar, göksu'nun son günlerde daralmasıyla acayip bir hal aldı. bütün bunlar yetmezmiş gibi kimsenin ona dokunmasına da izin vermedi. göksu beniiim, dokunma.
yemek yenecek, mümkün değil. zaman öyle şeylerle harcanamaz. kendi yemediği gibi, göksu da yememeli. göksu sen acıkmadıııın. uyumak da aynı şekilde. göksu uykum çok geldi, uyumak istiyorum derken, hanımefendi onun yerine kararlar aldı, uykun gelmedi göksu, hayır uyumıycaksııın. bu arada 6,5 saatlik uykuyla gece 11'de zor uyudu. zombi...