Çarşamba, Mart 16, 2022

film müzikleri, vol.1

 cahitim berkayım,

seni dinlerken şimdi ada vapuruna koşarak yetiştim. kenarda az kişinin olduğu yeri gözüme kestirdim. hareket etti şimdi vapur, ağır ağır . hava parlak, gökyüzü ve deniz birbirine karışmış. hızlandık işte, köpükler coştu, saçlarım her yerimde, ellemiyorum hiç. hah, martılar da geldi işte, simit var ellerde kaçar mı? elimde mavi sony teybim, tabi ki içinde sen.. 20'li yaşlarındaki ben işte, biliyorsun, duygularım hep maksimumda. acıyı da sevinci de dibine kadar.. mutluluk içimden taşıyor, çevremdekilere bulaşıyor, onlarınki de bana. ada yolcuları mutludur hep bence, giderken de dönerken de. seni paylaşıyorum vapurla zira "yarin gül yanağından gayrı her şey paylaşılır dünyada". güneş de rüzgar da bırakmıyor hiç peşimi. bir sigara yakıyorum manzaraya, onu da rüzgarla paylaşıyorum :) üzerimde mavi gömleğim. deniz, gökyüzü ve gömleğim birbirine karışmış. dönerken çok yorgun olacağım biliyorum, bacaklarım pedal çevirmekten bitmiş, yanaklarım güneşten cayır cayır yanmış olacak, suratım attığım kahkahalardan memnun. çok yorgun ama çok mutlu döneceğim biliyorum. elimde mavi teybim içinde sen

Pazartesi, Haziran 29, 2020

ilk kitap; sineklerin tanrısı

daldan dala atlayan bir yazı olacak, zira notlarımı yazıya döküyorum. tüm dersi yazıya dökebilmeyi isterdim ama maalesef. 

sineklerin tanrısı (1954)
william golding

adadaki çocukların yaş gruplarından başlayalım, 6-13 arası. yani kafalarının en karışık olduğu zamanlar çocukların. en büyükleri ralph ve jack 13 yaşlarında. peşlerinden gelen tayfa 6-8 civarı, cahil kitleleri simgeliyor. yönlendirilmeye açık, kolay ikna edilen. üzerlerindeki askeri ve dini kıyafetler de dini ve askeri değerlerin cahillerin üzerine kolayca tesir ettiğini gösteriyor.
yazar bir eğitimci. ve psikolojiyle çok ilgili. freud'un buzdağı metaforu adada devrede. süperego toplumda var olmamızı sağlayan kısım, ahlaki ve toplumsal kurallar. süperogoyu ilk oluşturan ailedir. id ilkel benlik ve ego da bu ikisi arasında dengeyi sağlayan kısım. ego gerçeklik ilkesiyle çalışıyor. domuzcuk ve simon süperogoyu temsil ediyor, jack ve roger id'i ve egoyu da tabi ki ralph. ralph ikisi arasında dengeyi sağlamaya çalıştı hep. ama sonunda id > süperogo kaldı ve sonuç karmaşa. 

şeytanminaresi demokrasiyi temsil ediyor. onu lidere veriyorlar ve eline alan konuşma hakkına sahip oluyor.
domuzcuk azınlıkları temsil ediyor. fikir üretirken entellektüel kesimi, konuşma ve şivesiyle toplumun alt kesimini. bu yüzden de sürekli alay edilen kişi. 
gözlük bilgeliğin sembolü; tüm fikirleri üreten kişinin takmasının yanısıra bilgi ile ateşi yakıyorlar, aydınlanıyorlar. 

adaya geldiklerindeki tanımlamalarına bakarak adanın cennetin tasviri olduğu, dünyanın cennetin kendisi olduğu ve sonunda dünyayı cehenneme çevirenin insanın ta kendisi olduğu düşüncesi var.

mercan adasından esinlenerek yazılmış. orada bir ütopya var ve bu tam tersi bir distopya, yani kötü dünya tasavvuru.

akla getirdiği şeylerden biri; kötülük doğuştan mı gelir sonradan mı ortaya çıkar? kötülük nedir? kötü olmadan iyiden söz edebilir misin? toplumdan topluma değişen birşey, ya da zamanla değişen birşey için kesin bir hüküm verilebilir mi? kötülük ve iyilik toplumsal kavramlardır. 

yazar 2. dünya savaşını, atom bombasını yaşamış. hitler çıkış noktası. otoritelere nasıl bu kadar sadığız!
hitlerin bir komutanından söz etti, ona demiryolu ağı inşa ettiriyor. adam tam bir deha ve işini kusursuz yapıyor, hiç aksaklık yok. savaş bitince adam da yakalanıyor ve mahkemede 6 milyon insanın ölümünden sorumlu olduğu söylendiğinde 'emir aldık' diyor. mahkeme salonunda izleyicilerden biri olan hannah arendt yazdığı kitabında buna değiniyor. kitabın adı 'kötülüğün sıradanlığı'.

bir deneyden bahsetti hoca o akşam; arada cam bölme olan bir odaya denekler konuyor. bölmenin ardındaki kişiler aslında bilerek konmuş kişiler ama denek onları da kendi gibi denek sanmakta. deneklere çok para teklif ediliyor ve bir sözleşme imzalatılıyor. deney şöyle; deneğin önünde sorular var ve cam bölmenin diğer tarafındaki kişiye bağlı olan bir mekanizma, üzerinde küçükten büyüğe sıralanan düğmeler ve  atıyorum 10 volttan ölümcül miktarda volta kadar çıkan elektrik akımı veriyor. yanlış cevap verdiği her soru için alçaktan başlıyor ve yükselerek akım vermeye devam ediyor. bölmenin diğer tarafına elbette elektrik gitmiyor ancak gidiyormuş gibi yapıyorlar ve denek buna inanıyor. cam bölmenin ardındaki kişi soruları bilemeyip çektiği acı arttıkça denek rahatsız olmaya başlıyor ve itiraz ediyor. ayrılmak istiyor. çok para verdik sana ayrılamazsın cevabını alınca devam ediyor. daha arttıkça daha çok itiraz ediyor, sözleşmemiz var bozamazsın cevabını alıyor ve devam. ölümcül doza yaklaştıkça itiraz büyüyor ama karşıdaki kişi bağırıp çağırmaya hakarete başlıyor. otoritesini net koyunca denek paşa paşa devam ediyor sonuna dek. ve bu deney dünyanın pek çok yerinde yapılıyor. sonuç 10 kişiden 6,5 kişinin altına inmeyecek şekilde otoriteye bağlı kalınması! daha da ilginci aradaki cam bölme yerine duvar konunca oran daha da artıyor! güçlü otorite varsa öldürme potansiyeli bile çıkabilir ortaya..

başka bir örneğe geçti oradan; marina abramoviç'in yıllar önceki performansına. 
Gösteri 1974’te Napoli’de gerçekleşmişti. Abramović, önünde 72 nesnenin bulunduğu bir masada ayakta duruyor ve seyircisinden masaya koyduğu nesnelerden herhangi birini onun üzerinde denemelerini istiyordu. Masadaki objeler arasında gül, tüy, parfüm, bal, ekmek, üzüm, şarap, makas, neşter, çiviler, metal çubuk ve mermi yüklü bir silah vardı. Performans, altı saatin sonunda tam anlamıyla kan ve ter içinde sonlandı. Abramović’in daha sonra açıkladığı gibi: “Öğrendiğim şey şuydu… eğer kendinizi izleyiciye bırakırsanız sizi öldürebilirler.”
bu performansta saatlerce hiç birşey olmuyor. bir müddet sonra izleyicilerden bir saçını kesiyor, diğeri gülün dikenini batırıyor derken...  o ince çizgi aşılınca..  kadın neredeyse tecavüze uğrayacakken performans bitiriliyor. işte jack'in domuzu öldürmesi de burada ince çizgi. önce hayvana elindekini batıramayıp kaçıran jack, öldürmeyi becerince gücü de eline alıyor. 

roger bir sahnede ufak taşlar atıyordu çocukların arasına o sırada ralph iktidardaydı. iktidara jack geçince ise kocaman kayaları devirmeye başladı çocukların üstüne çünkü faşizm devreye girdi. 

max weber'e göre karizmatik ve otoriter olmak üzere 2 tip lider var; karizmatik olanı ralph temsil ediyor. güzel konuşan, fikir alan ve uygulayan, karşısındakine değer verdiğini gösteren lider modeli. otoriter olansa tabi ki jack; alt kültürden dogmaları kullanan, hedef koyan, vaat veren ancak gerçekleşmeyince suçu diğer kesimin üzerine atıp kendi kitlesine faşizm ürettiren, düşman eden model.

yüzlerine jack başa geçince sürdükleri boyalar bir çeşit maske. başka bir kimliğe bürünmek, bu ben değilim demek amaç. ve soyunmuş olmalarının da bir sebebi var. kötülüğün legalize edilmesi kıyafetle olamazdı, ilkel benliğe bir vurgu var. 

adada sadece erkek çocukların olmasına gelirsek, insanı anlatmak için tek tip kullanmalıydı, cinsiyet o yüzden kullanılmamış. 

adaya denizden gelmişlerdi. yani deniz anne karnının temsili.denizde ölen simon'un günah işlemeyen tek kişi olarak anne karnına dönmesi..

ve sonunda gelen asker! oyun mu oynuyorsunuz sorusunda oraya kasıtlı bırakılıp gözlendikleri,  hatta 'britanya'dan gelen çocuklardan daha iyisini beklerdik' gibi bir cümle ederek bunun belki de bir deney olduğu şüphesi doğuyor. zira adanın bir kısmına gidemediklerini hatırlıyoruz, belki de burası bir yarımada ve diğer tarafta bu deneyi gerçekleştiren askerler var, neden olmasın..

bunca şeyi konuştuktan sonra nasıl bir altyapıyla kitap yazdığını gördüğümde yazara saygım kat kat arttı. ve ben kitap okumuyormuşum, net!






 


Perşembe, Haziran 04, 2020

atölye kendim

kendim için bir şey yaptım bugün. derin okumalar atölyesine kaydoldum. içimde bir heyecan, nasıl desem, 'ay'a ayak basacak gibi. yepyeni bir dünyaya ilk adımımı atıyorum. yo hayır o kadar da büyütmüyorum. uzun zamandır düz yolda giden hayatıma yeni bir kavşak çıktı biliyorum. hangi yollara atar bilmiyorum ama işin güzeli de bilmemek değil mi?
işin ilginç tarafı atölyeyi düzenleyen cafe yedinci oda. çok tanıdık geldi ismi, sonra aklıma geldi; birkaç yıl evvel bloğunu okumuştum uzun uzun, önceki kayıtlara baka baka. tesadüfün iğne deliği işte. 12 haziranda başlayacak ve 2 haftada bir, seçilen kitaplardan biri hakkında derin derin konuşacak hakan akdoğan. ilk kitap 'sineklerin tanrısı'
belki izlenimlerimi de yazarım ha ne dersin blog?

Pazartesi, Mart 18, 2019

kesme


   insan neyle yaşar?
 suyla, ekmekle, şekerle, havayla hatta kimisi alkışlarla yaşıyor, bense kulaklıkla yaşıyorum. 
 kordonunu kestiğiniz an şah damarı patlamış gibi geberirim, can bile çekişmem nokta


kulaklik


Ernest Mercadier, Nathaniel Baldwin, Eugen Beyer, John C. Koss
huzur içinde uyuyun dostlar..

Çarşamba, Kasım 14, 2018

bazı gün insan kendinden nefret eder hani, aklına gelene gelmeyene söver. yüreğinde bir taş. neden çalışmaz bu kafatasının içindeki ufak birikinti. yaşamayı beceremiyorum ben, hasbelkader gidiyor işte ittirmeyle bir sağdan bir soldan. of işte ya o gün

Perşembe, Mayıs 24, 2018

   ve ilklerden biri daha..
   çok yandı canı, öyle içli ağladı ki.. ciğerim delindi halini görünce, sarılıp içime sokmak ve herşeyi unutturmak istedim.. ağzı gülse de birşeylere, gözleri gülmedi hiç.. başka şey konuşurken bile aklında hep aynı mevzu..böyle birşey nasıl olabilir, kabul edemedi.. ya yarın ne olacaktı, ona nasıl bakacaklardı..
   yahu altı üstü son sınavda okul birincisi olamadı, ama sorsan dünyanın sonu. e tabi henüz aşk acısı yaşamadı..

Pazartesi, Mayıs 21, 2018

görmemişin kızı olmuş..

   ya harbiden de anlat anlat ne kızmış be, pehh!!!  ne de olsa benim eserim :)))
ama nasıl anlatmayayım. kim cumartesi sabahı kalkıp da müzeye gidelim mi anne bugün, sakıp sabancı'da ne var acaba bakalım mı der ya, hadi söyle kim der! manyak ve de çatlak olan benim kuzim der. peki dedim, gel arkeoloji müzesine gidelim. ve sabahın dokuzunda yollara düştük. gülhane'nin alt tarafına park ettik arabayı -ki iyi ki öyle yapmışız- huzurun içinde başladı gezimiz. kuş sesleri içinde yürüdük, o nasıl güzel bir hava. şehrin içinde cennet ve en önemlisi kimsecikler yok. misss gibi müzemize geldik. ve saatlerce gezdik. hem de ne mutlulukla. bu yıl sosyalde gördükleri konularla birleşince daha da sevdi. her birini tek tek inceledi. kadeş antlaşmasını görünce tipi görmek lazımdı. hammurabi yasası, çarpım tablosu hepsine hayran olduk. neredeyse 20 sene olmuş ben gideli dile kolay hiçbirşeyi hatırlamıyormuşum.
   tabi ki müzede neler gördüğümüzü bir bir anlatacak değilim, gidip gezin işiniz ne! az miktarda foto çektik, bakıp okumaktan aklımıza gelmedi doğrusu öyle dolu dolu müze. ve müzenin bahçesi de çok çok güzeldi söylemek isterim.










 ahhahhh, işte burada çok güldüm. her gördüğü rölyefte erkek uzanmış rahatına bakıyor, ona hizmet edenler etrafında, kolunun altında ya da yamacında bir hatun olunca dayanamadı bizimki "oh ya, hayat erkeklere güzel, bu ne böyle"
 burada da tırnak detayının bile olması kendisini çok şaşırttı, belgelemek istedim.

 frigleri gezmeye başlarken umarım fibula görürüz dedi heyecanla. o ne ki dedim;
"görürsen görürsün, görmezsen anlatırım"
zınk!!!

  bunlar tabi ki asa, siz anlamadınız mı? potter o zaman da vardı :P

   oradan istiklal'e çevirdik rotamızı. önce fıccın, ardından mandabatmaz ve oradan da..
tanıştırayım; oh la la beatrice. kendileri bayıldılar.. 
 jadore chocolatier, minicik bir dükkan, bendeniz de cheesecakeli dondurma yedim enfesti.
 ve tabi ki pasajlar gezildi ve harry potter tişörtüyle kapanış yapıldı.
bu da bu sabahtan, tipe bak yaaaaaaaaaaaaaa

Cuma, Mayıs 11, 2018

yerler

   annenin güzeli, mutluluk kaynağım, sen nasıl bir tiplemesin ya..
   fen bilgisi proje ödevini laptop kucağında, yanında ne defter ne kitap, ne google,  sadece kafandaki bilgilerle yaptığına hayretler içinde şahit oldum. özgüvenin tam ona şüphe yok ama sanki bunda ödevi hazırlamanın kendi bilgilerinle yapılması gereken birşey olduğunu düşündün gibi, bilemiyorum. öğretmeninle konuştuğumda kıçım marsa kadar çıktı. sadece senin ödevini kaydettiğini ve kendisinin kullanacağını, bilgi olarak çok öz, sunum ve görsellik olarak harika bulduğunu, çok çok beğendiğini söyledi. insanın bunları duyması ne kadar da şahane.
   harry potter tamgaz devam..şimdi de ingilizce okumak istiyor seriyi, "-harry potter okumaya doyamıyorum anne!" yerler.. tabi anası durur mu, aldı hemen ennn güzelinden;
 harry potter gryffindor edition ile ilgili görsel sonucu
bayıldı köfte! akşam çok mutluyum diyerek koşması yok mu evde, ciğerim..

Çarşamba, Mart 28, 2018

ne yaptın asumaaan

   yahu sen ne muhabbet bir kuzi oldun böyle şaşırıp kalıyorum. dünkü telefon konuşmamız kayıtlara geçsin!
 yasmin'in telefonundan gelen arama;

-annee, telefonumu evde unutmuşum
-aferin eylül aferin
-neden ilaç ismi söyleyip duruyorsun ki cık cık cıks..
-kız delirtme beni, nasıl ulaşıcam sana, yasmin bekleyecek mi gidecek mi?
-yasmin'e ayırdığımız sürenin sonuna geldik maalesef :P
-edepsiz!!!

   pi sayısının virgülden sonra 93 basamağını ezberleyerek gerizekalıların başkanı ünvanını benim gözümde sarsılmaz hale getirdin o kesin.
unutmadan, okul değiştiricez. piya ile aynı sınıfta olmak mı yoksa en iyi sınıfta olmak mı daha önemli senin için dedim ve ..
bu nasıl bir hırs annesi, nasıl bir başarı aşkı. beni şaşırtmaya devam..

Salı, Şubat 13, 2018

HAUSER - Oblivion (Piazzolla)





öyle bir fırtına ki her dinlemem.. içimdeki tüm dünyalar yerlebir..