Perşembe, Nisan 22, 2010

güle güle atlıkarınca...

havuzlarını temizlerken atlıkarıncanın öldüğünü farkettim. bir anda tüm düşünceler kafamda uçuştu. nasıl açıklamalıydım? ölüm!
-annecik atlıkarınca ölmüş, bir daha geri gelmeyecek
-atlıkarınca ölmüs mü? bi daha geri gelmicek mi? gelicek!
-hayır annecik, onu toprağa gömücez, bir daha da gelmeyecek
ne zordu, bu diyalog çoook uzun sürdü çünkü. tam olarak doğru yaptığımdan emin olamadığımdan, atlıkarıncayı bir kenara koyup hemen araştırmaya giriştim. haluk yavuzer, ki elimdeki kitaplarından çoook faydalanmışımdır, bu konuya hiç değinmemişti. ben de hemeen tadeşime başvurdum. yapılan detaylı araştırmalar sonucu olaya doğru yaklaştığım, çocuğun ölüm kavramıyla tanışmasının bir evcil hayvanla olmasının daha iyi olduğu ve hatta mümkünse ona bir cenaze töreni yapmamız gerektiği öğrenildi. yaptık, onu toprağa gömdük, kapıdaki çiçeğin dibine :) napalım, orası müsaitti. gömerken
-anne, atlıkarınca artık orada mı yaşayacak?
diye sorarken yine kalakaldım, acaba orada da yaşayacak mıydı?
ve bir sorun daha vardı;
-tosbik tek başına sıkılır, arkadaşı gitti!
-sen ona arkadaş olursun annecik
gidenin yerine hemen yenisini de almamak lazım(mış). onun yerinin dolmayacağı anlaşılsın diye. işte böyle  bir ilk daha...

ve bu gece, yatağımıza aldım mızırdanınca seni kuzum. oku da ileride de aynısını yap diye yazıyorum. yatakta bir sürü yer varken, koynumun içlerine doğru sokulup, elini boynuma, yanağıma atıp, okşayarak uyudun. ve ben yüreğimin yağları erirken, öyle çok mutlu oldum ve öyle çok şükrettim ki tanrıya, ben de sana sarıldım, öptüm, kokladım  :)))