Cumartesi, Ağustos 23, 2014

acı çikolata

     ah sevgili laura esquivel. neden daha önce tanışmadık ki senle? öyle içine çekti ki beni yazdıkların, birebir tita oldum sanki. her duygusunu yaşadım. öyle bir tat bıraktı ki, hiç acı değil bilesin..

     tita ağlayarak doğmuş. yo yo her bebek ağlar da tita'nınki farklı. annesinin karnındayken doğradığı soğanlar ağlatırmış onu ve doğarken öyle çok ağlamış ki mutfak, masa heryer gözyaşlarıyla kaplanmış. hatta gözyaşları buharlaşıp kuruyunca kalan tortular torbaya konmuş ve 5 kiloluk tuzu uzun süre yemeklerde kullanmışlar.

     tita ve pedro evlenmek istiyorlar fakat geleneklere göre evin en küçük kızının ölene kadar annesine bakması gerekiyor, evlenmesi yasak. yine de istemeye gittiklerinde anne tita yerine ablasıyla evlenmesini öneriyor pedro'ya. kabul diyor pedro. yo yoo kızma, hepsi tita'nın yakınında olabilmek için. düğün yemeklerini ve pastalarını dahi tita yapıyor ve o günden sonra yaptığı yemeklerin tamamına ruh hali katılıyor. bazen hüzün, bazen nostalji ve çokça varlığını hissettiğimiz tutku ve aşk. mesela pedro'nun hediye ettiği güllerden tita yemek yapıyor ve yiyen herkes şehvetten kıvranıyor.aralarındaki büyük aşk ve kavuşamadıkça büyüyen tutku iç yakan cinsten. absürdlükler ve abartılar çok kıvamında, öyle güzel yedirmiş ki hikayeye hiç batmıyor ve ilgiyi sürekli üzerinde tutuyor. parfümün dansı'nı andırdı bana bu yönleriyle.
geleneklerin ve baskının bir insanın hayatında neler yapabileceği, başkalarına göre yaşarsan nasıl elinden kayıp gittiği.. daha fazla anlatıp tadını kaçırmak istemem. çok zevkle okudum.
ve çok çok sevdiğim bir alıntı;
büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. ama tek başımıza bunu yakamayız. deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. örneğin oksijen sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. mum alevi ise güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. bunlardan biri parlamaya neden olur. ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. bir an yoğun bir heyecan hissederiz. içimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. bu duyguyu yaşamak isteyen herkes kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. yani başka türlü söylersek bu yanma ruhumuza enerji verir. bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. o zaman ruhumuz bedenimizi terk eder.

ve müziği, ojos de juventud, ilk karşılaşmalarında çalan vals. sonrasında, öhm, spoi verme! ha filmi de varmış, ennn kısa zamanda izlenecek!

bu da tanıtımından;

Yemek pişirerek, yemek yiyerek, yemekler aracılığıyla aşk ilanı, tinsel ve tensel iletişim gerçekleşebilir mi? Laura Esquivel, "Acı Çikolata" ile, içinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan bu romanla bu iletişimin gerçekleşebileceğini kanıtlıyor. Yüzyıl başlarında Meksika'da devrim, eski kolonyal toplumun son kalıntılarını temizlerken, aile geleneğine göre evlenmesi olanaksız, ama buna karşın Pedro'ya delicesine tutkun Tita, yemek yapmayı aşkının iletişim aracına dönüştürüyor. Laura Esquivel bu olanaksız aşkı yemek ve kocakarı ilaçları tanımlarıyla dile getiriyor ve sarsıcı, büyüleyici bir dille bu aşkın ezgisini yaratıyor; yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam fesleğen, romanın her satırından fışkıran yakıcı aşkın simgesine dönüşüyor. Yazarın ironik, neşeli ve yumuşak bir dili var; yaşam sevgisi ve tensel aşk bu dil içinde büyülü gerçekliğe bağlanıyor. Hiçbir kadın yazar, kadın dünyasını bu düzeyde dile getiremedi. Kısa zamanda on beş dile çevrilen ve yazarın senaryosuyla sinemaya aktarılan, filmi ülkemizde de büyük ilgiyle karşılanan "Acı Çikolata", başta Meksika ve ABD olmak üzere yayımlandığı her ülkede satış rekorları kırdı. Bir kez okumakla yetinemeyeceğiniz bir roman.

Hiç yorum yok: